İbâdet, Allahü teâlânın rızâsı için yapılır

A -
A +

İslâmiyyete uymak için önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak ve farz olan ibâdetleri, ihlâs ile yapmak lâzımdır. İhlâs, işleri, ibâdetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmak, başka hiçbir menfaat düşünmemektir. Resûlullah efendimiz, Mu'âz bin Cebel hazretlerini, Yemen'e vâlî olarak gönderirken; (İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile yapılan az amel kıyâmet günü sana yetişir) buyurmuşlardır. Allahü teâlâ doğru ve ihlâs ile ibâdet yapanları seveceğini, bunların kalblerine dünyâda feyzler yani nûrlar vereceğini, âhırette de sevâp yanî iyilik vereceğini vâdetmiştir. Nitekim hadis-i şerifte; (İbâdetlerini ihlâs ile yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler) buyurulmuştur. İbâdet, emirleri yapmak, takvâ ise harâmlardan yani yasak edilmiş olanlardan sakınmak demektir. İbâdetlerin doğru olması için, nasıl yapılacaklarını öğrenmek ve öğrendiklerine uygun olarak yapmak lâzımdır. İNSANLARIN HEPSİ ACİZDİR İhlâs, gerek beden ile, gerek mal ile yapılan farz veyâ nâfile bütün ibâdetleri, meselâ hayrât ve hasenât yapmayı, Müslümânları sevindirmeyi, onları sıkıntıdan kurtarmayı, zikri, istiğfârı Allah rızâsı için yapmaktır. Mal, mevki, hürmet, şöhret kazanmak için yapılan ibâdette ihlâs olmaz, riyâ olur. Böyle ibâdete sevâb verilmez, günâh olur, azâb yapılır. Bid'at, harâm işleyenlerin ve böyle kimselerle arkadaşlık, komşuluk yapanların kalblerinde, ihlâs kalmaz, zulmet, kara lekeler hâsıl olur. Hadis-i şerifte; (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler mel'ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir) buyuruldu. Dünyâ ni'metleri geçici ve ömürleri de pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek ahmaklıktır. İnsanların hepsi âcizdir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fayda ve zarar yapamaz. İnsana Allahü teâlâ kâfîdir. Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, İslâmiyyete tam inanılmamasıdır. Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, İslâmiyyetin emirlerini seve seve yapmaktır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki: "Ey kıymetli oğlum! Bugün, her istediğini kolayca yapabilecek bir hâldesin. Gençliğin, sıhhatin, gücün, kuvvetin, malın ve râhatlığın bir arada bulunduğu bir zamândasın. Saâdet-i ebediyyeye kavuşturacak sebeplere yapışmayı, yarar işleri yapmayı, niçin yarına bırakıyorsun? İnsan ömrünün en iyi zamânı olan, gençlik günlerinde, işlerin en iyisi ve faydalısı olan, sâhibin, yaratanın emirlerini yapmaya, Ona ibâdet etmeye çalışmalı, İslâmiyyetin yasak ettiği harâmlardan, şüphelilerden sakınmalıdır. Beş vakit namâzı cemâ'at ile kılmayı elden kaçırmamalıdır. Nisâb miktârı ticâret malı olan Müslümânların, bir sene sonra zekât vermeleri emir olunmuştur. Bunların, zekât vermesi, muhakkak lâzımdır. O hâlde, zekâtı seve seve ve hattâ fakîrlere yalvara yalvara vermelidir... "NE BÜYÜK İNATTIR!.." Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, yirmi dört sâat içinde ibâdete, yalnız beş vakit ayırmış, ticâret eşyâsından ve çayırda otlayan dört ayaklı hayvanlardan, tâm veyâ yaklaşık olarak ancak, kırkta birini fakîrlere vermeyi emir buyurmuştur. Birkaç şeyi harâm edip, çok şeyi mubâh etmiş, izin vermiştir. O hâlde, yirmi dört sâatte bir sâat tutmayan bir zamânı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak ve zengin olup da, malın kırkta birini Müslümânların fakîrlerine vermemek ve sayılamayacak kadar çok olan, mubâhları bırakıp da, harâm ve şübheli olana uzanmak, ne büyük inât, ne derece insâfsızlık olur." Netice olarak ibâdet, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının sevgisine, ihsânına kavuşmak için yapılan ibâdet, o kimseye tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet etmemiz emrolundu. Hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi: (Allahü teâlânın birliğine îmân edenden, namâzı ve zekâtı ihlâs ile yapandan Allahü teâlâ râzı olur.)