Allahü teâlâ, bütün insanlara, îmân etmelerini emretti. İnsanlar arasından dilediklerine merhamet edip, bunların akla uyarak îmân etmelerini nasîb eyledi. Bu kullarının kalblerini îmân ile doldurdu. Yûnus sûresinin 25. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ kullarını, selâmet, saâdet yeri olan Cennetine dâvet ediyor. Dilediğini bu yola kavuşturur) buyuruldu. Akıllarına uymayıp, nefislerine uyarak, Allahü teâlânın dâvetini kabûl etmeyenlerden, dilediklerini kendi taşkın, azgın hâllerinde bırakmakta, dilediklerini de, yine ihsân ederek, dilediği zamânda hidâyete kavuşturmakta, kalblerini îmân ile doldurmaktadır. Kendi hâllerinde bıraktıklarından, gafletten uyanarak doğru yolu arayanları da, merhamet ederek hidâyete kavuşturacağını vâdetmektedir. Ankebût sûresinin son âyetinde meâlen; (Nefislerine uyanlardan, doğru yolu arayanları, saâdete ulaştıran yollara kavuştururuz) buyuruldu. KENDİLERİNE ZARAR VERİRLER! Doğru yolu aramayıp, nefslerine uyarak îmân etmeyenleri, azıp can yakanları, Cehennemde sonsuz olarak cezâlandıracağını haber veriyor. İslâmiyyeti işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin adamlarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhâssa tıp ilminde gördükleri nizâmlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını düşünerek, yaratılışın sırlarını, bu hesâplı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde, İslâmiyyetin bildirdiği güzel ahlâkın birçoğunu bulup, Müslümân gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlânın, Ankebût sûresinde vâdettiği üzere, bunları îmân etmeye sebep olan rehberlere, kitâplara kavuşturacağı, Rûh-ul-beyân tefsîrinde yazılıdır. İnsanların hiçbiri îmân etmese, inanmasa, Allahü teâlânın büyüklüğünde, kuvvetinde, kudretinde hiç noksanlık olmaz. İnkâr edenlerin inkârının Allahü teâlâya bir zararı olmaz, bunlar sadece kendilerine zarâr yaparlar. Muhakkak herkes gibi bunlar da ölecekler ve kabirde çürüyüp, bir avuç toprak olacaklar. Sonra tekrâr diriltilip, Cehennemde çok acı azâb çekeceklerdir. Allahü teâlâ, kullarına merhamet ederek, Peygamberler göndermiştir. Bunlarla kullarına doğru yolu göstermiş, kullarını kendine çağırmıştır. Rızâsının, sevgisinin yeri olan Cennete dâvet etmiştir. Böyle bir ihsân sâhibinin dâvetini kabûl etmemek, zavallılıktır. Akıl, doğruyu, iyiyi bulan bir âlet ise de, yalnız başına bulamaz, noksandır. Peygamberlerin gelmesi ile bu noksanlık tamâmlanmıştır. Böylece kullara özür, bahâne kalmamıştır. Her akıl sâhibinin îmân etmesi lâzımdır. İmân etmek için vergi vermek, mal ödemek, yük taşımak, ibâdet zahmeti çekmek, zevklerinden kaçınmak gibi sıkıntılara katlanmak lâzım değildir. Yalnız kalb ile, ihlâs ile, samîmî olarak inanmak kâfîdir. Bu inancını inanmayanlara bildirmek de şart değildir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Sonsuz ateşte yanmaya inanmayanın, buna çok az da bir ihtimâl vermesi, zannetmesi akıl îcâbıdır" buyuruyor. Sonsuz olarak ateşte yanmak ihtimâli karşısında, bunun tek çâresi olan îmân nimetinden kaçınmak, akılsızlık ve çok büyük şaşkınlık olmaz mı? EMİRLERE TESLİM OLMAK... İmân eden, Allahü teâlânın emirlerine teslîm olur yani seve seve yapar ve böylece Müslümân olur. Âl-i îmrân sûresinin 68. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, îmân edenleri sever) buyuruldu. Hadîs-i şerîfte; (Îmân, altı şeye kalb ile inanmak ve inandığını dili ile söylemek ve Allahü teâlânın emirlerini beğenmektir) buyuruldu. Netice olarak îmân, Allahü teâlânın kullarına hususi olarak ihsân ettiği bir ni'mettir. İnsanın kavuştuğu her ni'met, gönderilen dinler ve Peygamberler, hep Allahü teâlânın kullarına rahmeti, ihsânıdır. Cennete girmek, îmâna bağlıdır. Fakat îmân da, Allahü teâlânın fadlıdır, ihsânıdır. Nisâ sûresinin 79. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurulduğu gibi: (Her güzel, her iyi şey, sana Allahü teâlâdan geliyor. Her çirkin, her fenâ şeye de, nefsin sebep oluyor.)