Taklit, başkasının sözünü, onun delîlini araştırmadan kabûl etmek, inanmak veya yapmak demektir. Başkasını taklit etmek de, iki türlü olur: 1-İnanılacak şeylerde taklit etmek. Gayr-i müslimler, analarını, babalarını, kendi din adamlarını taklit ederek İslâmiyyeti kabul etmiyorlar. Böyle taklit, yanlıştır. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, böyle taklîdi yasak etmektedir. Müslümânların da, analarını, babalarını taklit ederek, Müslümânım demeleri kâfî değildir. Âmentüde bildirilen îmânın altı şartını ve bunların anlamlarını bilip, beğenip, kabûl eden kimseye, Müslümân denir. İnanılacak şeylerde bidat ehline aldanıp, Ehl-i sünnetten ayrılmak, bâtıl olan taklittir. 2-Amelde, ibâdetlerde ve yapılacak işlerde taklit etmek. İbâdetlerde taklit etmek, imân etmekteki taklit gibi değildir. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, ibâdette taklit etmeyi emretmektedir. Zira Peygamber efendimiz; (İbâdetleri benden ve eshâbımdan gördüğünüz gibi yapınız!) buyurmuştur. "BİR İŞTE ANLAŞAMAZSANIZ!" Abdülganî Nablüsî, Abdülvehhâb-i Şa'rânî, İmâm-ı Rabbânî ve Yûsüf Nebhânî hazretleri gibi âlimler; "Müctehid olmayan Müslümânların işlerini, ibâdetlerini doğru yapabilmeleri için, inandıkları, güvendikleri, diledikleri bir müctehidi taklit etmeleri vâcibdir" buyurmuşlardır. Ayrıca; (Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ yapmaz, birleşmez!) hadîs-i şerifi, doğru yoldaki âlimlerin söz birliği ile bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu göstermektedir. Bindörtyüz seneden beri gelmiş olan milyonlarca Ehl-i sünnet âlimi ve binlerce evliyâ, söz birliği ile bildirdiler ki: "Bu söz birliğine inanmayan, yukarıdaki hadîs-i şerîfe inanmamış olur." Redd-i vehhâbî kitâbında diyor ki: "Nisâ sûresinde, (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allahtan ve Resûlullahtan anlayınız!) meâlindeki 58. âyet-i kerîme, (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin nasıl yapılacağını, âlim olanlarınız Allahın kitâbından ve Resûlullahın sünnetinden anlasınlar. Âlim olmıyanlarınız ise, âlimlerin anladıklarına uyarak yapsınlar) demektir. Görülüyor ki, bu âyet-i kerîme, mezheb imâmlarını taklit etmeyi emretmektedir." İslâm âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki: "Bir kimsenin Müctehid olabilmesi için arabî lisanını iyi bilmesi, fıkıh âlimi olması, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemiş olması, Kur'ân-ı kerîmin bütün âyetlerinin tefsîrlerini bilmesi, hadîs-i şerîflerin sahihlerini diğerlerinden ayırdetmesi, ayrıca verâ sâhibi, nefsi tezkiye bulmuş, sâdık, emîn olması lâzımdır. Bütün bu üstünlükler bulunan bir zât taklit olunabilir. Bu şartlardan biri bulunmazsa, o kimse müctehid olamadığı gibi dinde de söz sâhibi olamaz. Bunun da, bir müctehidi taklîd etmesi lâzım olur." ÂLİM SANILAN KİMSELER!.. Savâ'ik-ı ilâhiyye kitabında; "Zamânımızdaki insanlar, âyet-i kerîme veyâ hadîs-i şerîf okuyarak, bunlara kendi görüşlerine göre mânâ verenleri âlim sanıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarından söyleyenleri ve yazanları dinlemiyorlar. İctihâd için lâzım olan şartlardan birine bile mâlik olmayan câhil kimseleri din adamı sanıyorlar. Allahü teâlâ, Müslümânları bu belâdan kurtarsın!" denilmektedir. Netice olarak, itikât edilecek, inanılacak şeyleri sorup öğrendikten sonra, hemen îmân hâsıl olmuyor. Öğrendikten sonra, düşünmek, beğenmek ve kabûl etmek, ondan sonra îmân etmek hâsıl oluyor. İslâmın istediği îmân budur. Öğrendikten sonra, düşünmeden, beğenmeden olan îmân, taklîd ile îmân olur. Kâfirlerin, analarından, babalarından görerek kâfir olmaları böyledir. İslâmın istediği îmân, delîl ile, kendi kararı ile olan îmândır. Kâfirlerin küfrü, ana, babalarını taklit ederek olmaktadır. Görülüyor ki, îmânda taklit etmenin yeri yoktur. İbâdetlerde taklit ise, Allahü teâlânın emri ile hâsıl olduğu için, öğretenler de, öğrenenler de, Cennete kavuşacaklardır. Çünkü Peygamber efendimiz; (Eshâbımın hepsi gökteki yıldızlar gibidir. Hangisini taklit ederseniz, uyarsanız hidâyete kavuşursunuz!) buyurmuştur.