İnsan ölünce, kalb ve rûh yok olmaz

A -
A +

Kalb ve rûh, cisim değildir. Eni, boyu ve yüksekliği olan cevhere yani şekil almış maddeye cisim denir. Cisimde yerleşen şeylere cismânî denir. Rûh, his organları ile duyulmaz. Cisim ve cismânî olan şeyler his olunur. Rûh, cisim ve cismânî olmadığı için his olunamaz. Peygamber efendimize rûh hakkında suâl olunduğu zaman, İsrâ sûresinin 85. âyeti nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmede meâlen; (Sana rûhdan soruyorlar. Rûh, Rabbimin yarattığı varlıklardan biridir diye cevâb ver) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, rûhun ne olduğunu anlatmayı menetmektedir. Bunun içindir ki, İslâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmaktan ictinâb etmişler, sakınmışlardır. Kur'ân-ı kerîmde rûhun yalnız hakîkatinin, ne olduğunu konuşmak yasaklanmıştır. Rûhun hâssalarını yani özelliklerini anlatmak yasak değildir. Bunun için, İslâm âlimlerinin çoğu, talebeye ve suâl edenlere, kalbin ve rûhun cisim olmadıklarını, bir Cevher-i basît olduklarını söylemişlerdir. Aklın erdiği bilgileri anlayan, his organlarından beyne gelen duyguları alan, bedendeki bütün kuvvetleri, hareketleri idâre eden, kullanan, rûh ve kalbdir. Tesavvuf büyükleri ve kelâm âlimleri böyle bildirmişlerdir. BÜYÜK ENERJİ DEPOSU!.. Kalb ve rûh, anlayıcı ve idâre edicidir. Kendilerini bilirler. Kendisini bildiğini de bilirler. Rûh ve kalb, göz vâsıtası ile renkleri, kulak ile sesleri kavrarlar, sinirleri çalıştırırlar, adaleleri hareket ettirirler. Böylece, bedene iş yaptırırlar. Allahü teâlâ, bugün bilinen 105 elementi yaratmış, bunlardan her birine başka başka hâssalar, özellikler vermiştir. Her element atomlardan yapılmıştır. Her atomu, bir mikro-dinamo gibi, büyük bir enerji deposu yapmıştır. Atomların birbirleri ile birleşmesinden molekülleri veyâ iyon şebekelerini, böylece organik ve anorganik mürekkeb, bileşik cisimleri, hücreleri, çeşitli dokuları ve sistemleri yaratmıştır. Bunların her birinde, akıllara hayret veren, incelikler, kanûnlar, düzenler vardır. Mikroskopla görülebilen bir hücre, çeşitli atölyeleri bulunan mu'azzam bir fabrika gibidir. İnsan aklı, bugüne kadar, bu fabrikanın ancak birkaç makinesini görebilmiştir. İnsandaki milyonlarca hücrenin çalışabilmesi, gerek insanda, gerekse dış âlemde binlerce, uygun şartların bulunmasına bağlıdır. Bu binlerle şart ve nizâmdan biri bozulursa, insanın bedeni çalışamaz, durur. Allahü teâlâ, bu nihâyetsiz nizâmı yaratarak, beden makinesini otomatik olarak çalıştırmaktadır. Kalb ve rûh, bu makinenin elektrik kuvveti gibidir. Bir motorda ufak bir ârıza olunca, cereyan kesildiği gibi, insan vucûdunun iç ve dışındaki yapı ve düzenlerde hâsıl olacak bir ârıza da, kalbin ve rûhun bedenden ayrılmasına sebep olur ve insan ölür. Dünyâda hiçbir makine, hiçbir motor sonsuz olarak çalışamıyor. Aşınarak, yıpranarak, çürüğe ayrılıyor. Bu, bir umûmî kanûndur. Vucût makinesi de yıpranıyor, çürüyor. İnsan kabirde çürüyünce, hiçbir zerresi, hiçbir elementi yok olmuyor. Çürümek, bedeni meydâna getiren organik moleküllerin anaerobik mikroplar ve toprak tesîri ile parçalanarak, karbon dioksit, amonyak, su gibi ufak moleküllere ve serbest azota kadar ayrılması demektir. Bu parçalanma, fizik ve kimyâ hâdiseleridir. Fizik ve kimyâ reaksiyonlarında maddenin yok olmadığı bugün kesin olarak bilinmektedir. LAVOISIER ALDANMIŞTIR!.. Lavoisier adındaki Fransız kimyâgeri; "Kimyâ tepkimelerinde, madde kaybolmaz ve yoktan meydâna gelmez" hakîkatini tecrübe ile isbât etmiş ise de, her şeyin kimyâ tepkimesi, kimyâ kanûnu ile yapıldığını zannederek; "Tabîatta hiçbir şey yaratılamaz ve hiçbirşey yok edilemez" demiştir. Bugün, yeni keşfedilen çekirdek olayları, nükleer reaksiyonlar, maddenin enerjiye dönüştüğünü, yok olduğunu, Lavoisier'in aldanmış olduğunu göstermektedir. Netice olarak, insan ölünce, ceset çürüyünce, kalb ve rûh yok olmaz. Ölmek, bunların bedenden ayrılması demektir. Bedenden ayrılınca, mücerred yani maddî olmayan âleme karışırlar. Kıyâmete kadar yok olmazlar...