Bir insanın başka bir insana yardım, iyilik etmesi Allahü teâlânın en çok sevdiği bir hâldir. İyilik, para, vücut, fikir yardımı ve çeşitli yollarla olur. İnsanın elinden hiçbir yardım gelmezse, Allahü teâlânın kullarına, güler yüz gösterirse, onun bile sevâbı vardır. Allahü teâlâ; (Benim kullarıma yardım edene, ben fazlasiyle yardım ederim) buyuruyor. Elinden yardım geldiği hâlde, yardımı esirgeyen insan, sevgili bir kul olamaz. İnsanların kalbini kırmak, Allahü teâlânın gadabını üzerine çekmek demektir. Zira insan kalbi, Allahü teâlânın sevgisinin tecelli ettiği bir yerdir ve oraya dokunmak, çok tehlikelidir. Hele o kalbde, Allahü teâlânın korkusu ve sevgisi varsa, onu incitmekten, son derecede kaçınmalıdır. Allahü teâlâ sabredenleri, iyilik edenleri, insanlara hizmet edenleri, nasîhat verenleri, tatlı dilli, güler yüzlü olanları, iyi iş yapanlara yardım edenleri sever. Hadîs-i şerîfte; (İnsanlar Allahü teâlânın ıyâlidir, kullarıdır. Kullarına iyilik edenleri çok sever) buyuruldu. Allahü teâlânın kullarına, fakîrlikten korkarak, hasîslik, cimrilik yapmamalıdır. Bakara sûresinin 268. âyetinde meâlen; (Şeytân, sizi fakîrlikle korkutur ve fuhuş işlemeye sürükler) buyuruldu. HAKÎKÎ SERVET!.. Fakîrlikten dolayı üzülmemelidir. Hakîkî servet, âhirette rahat etmektir. Dünyâ sıkıntıları, âhiret rahatlığına sebep olur. Hadîs-i şerîfte; (Çoluk çocuğu çok ve rızkı az olup, namâzlarını, şartlarına uygun olarak kılan ve Müslümânları gıybet etmeyen, Kıyâmette benimle birlikte haşr olunacaktır) ve; (Hac yolunda ölenlere ve Allah yolunda gazâ edenlere müjdeler olsun! Çoluk çocuğu çok ve kazancı az olup, hâlinden şikâyet etmeyerek, evine neşe ile girip, gülerek çıkan kimse de, hâcılardandır ve gâzîlerdendir) buyuruldu. Fakîrlere, ihtiyâç sahiplerine ve bütün Müslümanlara, din kardeşlerine hizmet etmeli, yardımlarına koşmalıdır. Hadîs-i şerîfte; (İnsânlar, kendilerine iyilik edenleri sever) buyurulmuştur. Ca'fer Huldî hazretleri buyuruyor ki: "Büyüklerimiz, kendi nefisleri için değil, din kardeşlerine yardım için, çalışıp kazanmışlardır." Muhammed Ebû Abdullah bin Hafîf hazretleri şöyle anlatır: "Bir din kardeşim misâfir geldi. Midesi bozuldu. Sabâha kadar, elimde leğen, ibrik ona hizmet ettim. Bir aralık, uyumuşum. Bana; -Uyudun mu? Allah, sana la'net etsin dedi. Bunu işitenler; -O la'net ederken, kalbin nasıl oldu? dediklerinde; -Allah sana rahmet etsin demiş gibi, sevindim dedi." Bişr-i Hâfî hazretleri buyuruyor ki: "Müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nâfile olarak yapılan yüz hacdan daha sevaptır." Kanâat, bileğin emeği, alın teri karşılığı kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek, başkasının dahâ çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir. Ayrıca kanâat, ihtiyâcından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslâmiyyetin emrettiği hayırlı yerlere vermek, fakîrlere, kimsesizlere, hastalara, cihâd edenlere yardım etmek demektir. İnsanlara yardım, merhamet etmek demek, onların âhıretlerini kurtarmaya çalışmak ve Cehennem ateşinden korumak demektir. Zira insanlara dünyâ işlerinde yardım etmek, âhıretlerine yardım etmek yanında hiç kalır. ZERRE KADAR İYİLİK EDEN... Netice olarak, zerre kadar iyilik eden, yaptığı iyiliğin karşılığını bulacaktır. Hadîs-i şerîfte; (Allahü teâlâ, iyilik edenlere, karşılığını elbette verecektir) buyuruldu. İnsanların iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü de, insanlara kötülük edendir. Dînimiz, herkese, bütün insanlara iyilik etmemizi emretmektedir. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin buyurduğu gibi: "Bu dünyâda herkes yolcudur. Geldik gidiyoruz. Yolcuların birbirlerine yardım etmesi, el ele vermeleri, kardeş gibi olmaları lâzımdır. Her Müslümân böyle düşünmelidir. Vazîfesine başlarken, Müslümân kardeşlerime yardım etmek, onları rahat ettirmek için çalışacağım. Din kardeşlerim benim işimi gördükleri gibi, ben de, onlara hizmet edeceğim, demelidir. Her Müslümân iyi bilsin ki, bütün sanatlar, farz-ı kifâyedir. Bunu düşünerek, bir sanata yapışmak, ibâdet etmek olur."