"İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar"

A -
A +

Bu dünyâ, geçici bir konaktır, âhırete nazaran zindân gibidir, bir görünüştür. Gölge gibi, yavaş yavaş çekilmekte ve geçip gitmektedir. Hadîs-i şerîfte; (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Dünyâ hayâtı, rü'yâ gibidir. Ölüm uyandırıp, rü'yâ bitecek, hakîkî hayât başlayacaktır. Cân vermek acısı, dünyâ acılarının hepsinden dahâ acıdır. Fakat, âhıret azâblarının hepsinden dahâ hafîftir. Her Müslümânın, ölüme hâzırlanması lâzımdır. Bunun için de, tövbe etmeli, kul hakkı altında kalmamaya dikkat etmeli, hakları sâhiplerine verip helâllaşmalıdır. Allahü teâlânın haklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimi, İslâmın beş şartını yerine getirmektir. Borçları ödeyerek, emânetleri sâhiplerine vererek, ölüme hâzırlanmak ve vasiyet yazmak vâciptir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: ÖLÜM GELMEDEN ÖNCE... "Ölüm gelmeden önce, yapacak işi bilmeli, yüzü ak olarak, Allahü teâlâyı özleyerek cân vermelidir. Önce, i'tikâdı düzeltmek lâzımdır. Dinden olduğu bilinen şeylere inanmak elbette lâzımdır. Bundan sonra, fıkıh kitâplarında yazılı olan şeyleri öğrenmek ve yapmak lâzımdır. Ecel gelince, insanı uyandıracaklar, gözleri kulakları açacaklar. Fakat, o zamân pişmânlık işe yaramayacak, rezîl olmaktan başka, ele bir şey geçmeyecektir. Hepimize ölüm yaklaşıyor. Âhıretin çeşit çeşit azâbları, insanları bekliyor. İnsan öldüğü zamân, kıyâmeti kopmuş demektir. Ölüm uyandırmadan ve iş işten geçmeden önce uyanalım! Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenip, şu birkaç günlük ömrümüzü, bunlara uygun geçirelim. Ölüm gelmeden önce ölmeyen kimseyi dertli bilmelidir! Ona geçmiş olsun demelidir!" Mevlâna Celâleddin-i Rûmî hazretleri şöyle anlatır: "Vaktiyle yakışıklı adamın biri, hamama gider ve hamamdaki göbek taşının üzerine geçip uzanır. Tam o sırada içeriye kendisine tıpatıp benzeyen bir adam daha girer. Gelen adama dikkatlice bakar ve kendi kendine; 'İnsan bu kadar da birbirine benzer mi?' diye söylenir. Ama gelen kimsenin etrafında hizmetçiler, korumalar vardır. Oradakilere; -Bu kimdir? diye sorar. Onlar da; -O hükümdardır derler. Hükümdar olduğu için ona özel oda açılır. Hükümdar etrafındakilere; -Şimdi yanımdan gidin diye emreder ve odasında yalnız kalır. Bu hâli gören adam, herkes gittikten sonra hükümdarın odasına bir bakayım der. Hükümdarın kaldığı odanın kapısını açınca, hükümdarın ölmüş olarak yerde yatmakta olduğunu görür. Hemen kendi kendine; 'Bu fırsatı kaçırmamalıyım! Hemen hükümdarın yerine geçeyim, nasıl olsa hükümdar bana çok benziyor, kimse de anlamaz' der ve hükümdarın cesedini sırtladığı gibi, kendi yattığı göbek taşının üzerine taşır, kendisi de hükümdarın yerine geçer. Sonra hizmetçileri çağırır ve; -Hemen gidiyoruz der. Elbiseler giyilir, saltanat arabasına binilir ve doğru saraya gidilir. Kendisini ele vermeden harem dairesine girmek ister ve harem dairesine girer girmez yüzüne şiddetli bir tokat iner. Tokadın şiddeti ile bir uyanır ki, kendisini göbek taşının üzerinde uyur vaziyette bulur. Meğer gördüklerinin hepsi rüyâ imiş. Tokadı atan da, hamamdaki görevlidir. Görevli; -Temizlik yapacağız, geç oldu. Hadi kalk, git buradan! deyince; -Peki gidiyorum cevabını verir..." "İŞTE DÜNYA BUDUR!.." Bunları anlatan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî hazretleri, sonra şöyle buyurur: "İşte dünyâ budur. Göbek taşına yatarsın, tokatla adamı uyandırırlar. Ne yazık ki Azrâil aleyhisselâmın uyandırması böyle de olamaz." Netice olarak insan, bu dünyâda uykudadır. Ölüm, insanı bu uykusundan uyandıracaktır. İnsan için ölmek değil, öldükten sonra başına gelecekleri bilmemesi felâkettir. İnsanın dünyâdaki hâli, bir sarhoşa benzer. Ölmek, sarhoşun ayılması demektir. Sarhoşun yanına sevdiği kimseler toplanır, sevdiği hediyeler gelirse, yâhut koynuna akrepler, yılanlar girerse, hiçbirini duymaz. Ayılınca, bunları görür ve anlar. Bunun için hadis-i şerifte; (İnsan ölünce, kıyâmeti kopmuş olur) buyurulmuştur.