Akıl, göz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. İnsanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Gözümüz, karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, gözümüzden faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nûru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için, Peygamberleri, İslâmiyyet ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhırette râhat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. İslâmiyyete uymayan veyâ aklı az olan kimseler, Peygamberlerden faydalanamaz, dünyâda ve âhırette tehlikelerden, zararlardan kurtulamaz. Fen vâsıtaları, mevki, rütbe, para ne kadar bol olursa olsun, Peygamberlerin gösterdiği yolda gitmedikçe, hiçbir fert, hiçbir cemiyet mesût olamaz. Ne kadar neşeli, sevinçli görünseler de, içleri kan ağlamaktadır. Dünyâda da, âhırette de râhat ve mesûd yaşayanlar, ancak, Peygamberlere uyanlardır. Eğer Peygamber efendimiz gelmeseydi, hiç kimse Allahü teâlâyı tanıyamazdı. Onun için bu şans, çok büyük bir nimettir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Bu dünyâda Allahü teâlânın bir kuluna en büyük nimeti, bir dostunu, evliyâsını ona tanıtmasıdır" buyuruyor. Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker hazretleri de; "Bir kimsenin bir mürşidi yoksa, yâni bir kimse kendisini irşâd edecek, kendisine doğru yolu gösterecek bir kâmil velî bulamazsa, böyle büyük zâtların kitaplarını okusun ve onlara uysun!" buyurmaktadır. HOCANIN HAKKI ÖDENMEZ!.. Müslüman olarak îmânımızı, ihlâsımızı, kısaca her şeyimizi, başta Peygamber efendimiz olmak üzere, din büyüklerine borçluyuz. Her şeyin hakkı ödenebilse de, hocanın, üstâdın hakkı ödenemez. Çünkü hadis-i şerîfte; (Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında Peygamber gibidir) buyurulmuştur. Bu sebeple her Müslümanın, elinden geldiği kadar, sadaka vererek, Kur'ân-ı kerîm okuyarak, bu büyüklerin rûhlarına hediye göndermesi, Onların gıyâbında ve huzûrunda, her hususta teşekkür etmesi, bir mecburiyettir. Allâhü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma vahyederek; (Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim ni'meti benden bilip kendinden bilmezse, ni'metlerimin şükrünü edâ etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, ni'metin şükrünü edâ etmemiş olur) buyurmuştur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Allahü teâlânın, Peygamberler göndermesi, bütün mahlûklara rahmet ve ihsândır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi zayıf akıllı ve kısa görüşlü kullarına, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vâsıtası ile ayırdı. İnsanlara dünyâda ve âhırette faydalı olan şeyleri, zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt eyledi. Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, insan aklı, Allahü teâlânın var olduğunu anlayamaz, büyüklüğünü kavramaya ulaşamazdı. İyilik edene şükretmek lâzım olduğunu herkes bilir. Allahü teâlânın ni'metlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine Peygamberler lâzımdır. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona lâyık olmaz." BİR REHBER OLMAZSA... Müslümân, Allahü teâlâyı çok sevdiği için, Onun sevdiğini de çok sever. Rehberi yani ehl-i sünnet âlimlerini sevmek, Allahü teâlâyı ve Resûlullahı sevmekten ileri gelmektedir. Rehber, ışık olmazsa, insan doğru yolu bulamaz. Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri; "Rehberi olmayan yolunu şaşırır" buyurmuştur. Netice olarak, ışık olmazsa göz göremez. Gözün görmesi için, elbette ışık lâzımdır. Dünyâ, mayın tarlası gibidir. Bu mayınlara çarpmadan karşı tarafa geçmek, çok zor bir iştir. Karanlık ve tehlikeli tuzaklarla dolu olan âhiret yolculuğunda bu mayınların, tuzakların yerlerini bilen bir mübârek zât elimizden tutmazsa bu meşakkatli, tehlikelerle dolu yolculukta yürüyebilmemiz imkânsızdır. Allahü teâlâ kime, bir rehber, bir ışık nasib ederse, o kimsenin çok şükretmesi lâzımdır.