Hurâfe; dîne, fen bilgilerine, akla uymayan sözler ve işler demektir. İslâm dînine, başka dinlerde olduğu gibi, hurâfeler karışmamıştır. Ancak her zaman, bütün toplumlarda olduğu gibi, Müslümanlar arasında da câhil kalmış kişilerin yanlış inanışları, konuşmaları olmuş ve olabilir. Fakat câhillerin bu yanlış inanışları ve sözleri, İslâm dininin temel kitâplarında bildirilenleri değiştirmez. Dinin temeli olan bu kitâplar, Resûlullah efendimizin sözlerini ve eshâb-ı kirâmdan gelen haberleri bildirmektedirler. Bu temel kitapların hepsi, en salâhiyetli, yüksek âlimler tarafından yazılmışlardır. Bütün İslâm âlimlerince sözbirliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Kendilerini din adamı sanan bazı câhillerin sözlerinin, kitâplarının ve dergilerinin hatâlı olması, İslâmiyetin temel kitâplarına kusûr ve leke kondurmaya sebep olamaz. Din adına konuşan kendini bilmez câhillerin sözleri, yazıları sebebi ile, İslâmiyete saldırmak, lekelemeye çalışmak, ilimle, akılla, insafla bağdaşmaz. ÖRF, ÂDET DİYEREK!.. Dinin temel kitâplarını, her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zamân için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere dayanarak, bunlara uydurarak yapmaya kalkışmak da, Kur'ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri bilmemenin, İslâmiyeti anlamamanın bir alâmetidir. İslâmın emirlerinin, yasaklarının zamâna göre değişeceğini sanmak, İslâm dîninin hakîkatine inanmamak olur. Bir âyet-i kerîmede meâlen; (Mü'minler ma'rûf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerîme, İslâmiyete saygısızca saldıran, dini değiştirmek, zamana uydurmak isteyenlerden bazıları, bu âyet-i kerîmedeki ma'rûf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslâmiyyeti âdete, modaya göre değiştirmeye, böylece mason üstâtlarının gözüne girip sandalye, koltuk kapmaya kalkıştılar. Dünyâlık ele geçirmek için dinlerini sattılar. Bunların dediği gibi, İslâmiyet âdetlere yer verseydi, dahâ kuruluşunda câhil Arapların kötü âdetlerini yasak etmez, o zamânın en kıymetli âdeti olan ve Kâbe'nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü. Âyet-i kerîmedeki Ma'rûf kelimesi; "İslâmiyetin kabûl ettiği iyilikler" demektir. İslâm dîni ilim üzerine kurulmuştur. Her bakımdan, selîm olan akıllara uygundur. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan şeylerde, akla ve ilme uygun yeni emirler çıkarmak, yani kıyâs ve ictihâd yapmak İslâmiyetin ana kaynaklarından biri olur ise de, bunu yapabilmek için, her şeyden önce Müslümân olmak ve lüzûmlu bilgilere mâlik olmak lâzımdır. İslâmiyetin belli ve değişmez hükümleri vardır. Müslümân olanların bu hükümlere uygun olarak konuşması lâzımdır. Dinde reform isteyenler, temel kitâplara dokunmayıp, yalnız câhil halk arasına yerleşmiş olan hurâfeleri yok etmeyi düşünselerdi, buna bir şey denmez ve denemezdi de. Böyle yapmakla İslâmiyete hizmet etmiş olurlardı. Fakat bunların, böyle iyi düşündüklerine inanabilmek için, önce hakîkî ve samîmî Müslümân olduklarını isbât etmeleri gerekir. Müslümân olmayan bir kimsenin, Müslümân görünerek, İslâmiyete saldırması, çok büyük haksızlık ve kendisi için de küçüklük olur. İslâmın ana bilgilerini, temel kitâplarını değiştirmeye, zamâna uydurmaya kalkışmak, İslâmiyeti değiştirmek, bozmak olur. Müslümân demek, bu ana bilgilere inanan, saygı gösteren, bunları bozmaya kalkışmamaya söz veren kimse demektir. GENÇLERE ÖĞRETMEK LÂZIM İslâmiyette ve İslâmiyeti doğru olarak nakleden Ehl-i sünnet âlimlerinin temel kitâplarında, akla, ilme aykırı hiçbir hurâfe yoktur. Dinin temel bilgilerini doğru olarak öğrenmemiş din câhilleri arasında hurâfeler bulunabilir. Bunları temizlemek için de, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kitâpları okuyup iyi anlamak, bunları yaymak ve gençlere de bu bilgileri öğretmek lâzımdır. Netice olarak İslâm dîni, bütün hurâfelerden, efsânelerden temizlenmiş olan, yalancılığı reddeden, insanları günahkâr değil, bilâkis Allahü teâlânın kulu olarak kabûl eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkânını veren, bedenin ve rûhun temizliğini emreden bir dindir...