İslâmiyyete uyan, medenî olur

A -
A +

Medeniyet, ta'mîr-i bilâd ve terfîh-i ibâddır. Yani şehirler yapmak ve insanlara hizmettir. Bu da, fen, sanat ve güzel ahlâk ile olur. Kısacası, fen ve sanatın güzel ahlâk ile birlikte olmasına Medeniyyet denir. Medenî insan, fen ve sanatı, insanların hizmetinde kullanır. Zâlimler ise, insanlara işkence yapmakta kullanır. Medeniyyet, şehirler, binâlar yapmakla, insanların refâhını sağlamak, huzurlarını temin etmek ve güzel ahlâk sâhibi olmakla mümkündür. İnsanların refâh ve huzûr içinde yaşamaları da, İslâmiyyete uymakla ve İslâm ahlâkı ile olur. Bu sebeple, kadın, erkek her Müslümânın İslâm bilgilerini lüzûmu kadar öğrenmesi, bunlarla amel etmesi ve kötü huylarını düzeltmesi farzdır. Zira kötü huylar, kalbin hastalıklarıdır ve kalbi, rûhu ebedî ölüme sürüklerler. GÜZEL AHLÂKI ÖĞRENMELİYİZ Müslüman olarak hepimizin, ecdadımızın, bizlere tam ve doğru olarak getirdiği, emânet bıraktığı, mübârek İslâm dînini ve bunun bildirdiği güzel ahlâkı iyi öğrenmemiz ve her yere yayarak, insanları saâdete kavuşturmaya çalışmamız lâzımdır. Dînimiz, güzel huylu olmamızı, birbirimizi sevmemizi, büyüklere hürmet, küçüklere şefkat etmemizi, herkese iyilik etmemizi emretmektedir. İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: "Allahü teâlâ insanda üç şey yarattı: Akıl, kalb ve nefis. Bunların hiçbiri görülmez. Varlıklarını eserleri ile, yaptıkları işlerle ve dînimizin bildirmesi ile anlıyoruz." Akıl ve nefis dimâğımızda, kalb göğsümüzün sol tarafındaki yüreğimizdedir. Bunlar, madde değildir, yer kaplamazlar. Buralarda bulunmaları, elektriğin ampulde, mıknâtısın endüksiyon bobininde bulunması gibidir. Akıl, fen bilgilerini anlamaya çalışır ve bunları anlar. İslâmiyyete uygun olanlarını, zararlı olanlarından ayırır. İslâmiyyeti bilen ve uymak isteyen akla akl-ı selîm denir. Aklı az olan, hep şaşıran kimseye ahmak, aklı hiç olmayana mecnûn denir. Selîm olan akıl, İslâmiyyetin bildirdiği iyi şeyleri kalbe bildirir. Kalb de, bunları yapmayı irâde ederek, dimâğdan çıkan hareket sinirleri vâsıtası ile, organlara yaptırır. İyi veyâ fenâ şeyleri yapmak arzûsunun kalbe yerleşmesine ahlâk, huy denir. Nefis, bedene tatlı gelen şeylere düşkündür. Bunların iyi, fenâ, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. Arzûları, İslâmiyyetin emirlerine uygun olmaz. İslâmiyyetin yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir ve dahâ beterini yaptırmak ister. Zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanarak, kötü huylu olmaması için, İslâmiyyete uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak lâzımdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslâm bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi yani temizlenmesi de, İslâmiyyete uymakla olur. FEYİZ, SEVGİ YOLUYLA AKAR İslâmiyyete uymak için, ihlâs lâzımdır. İhlâs, işleri, ibâdetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmak, başka hiçbir menfât düşünmemektir. Kalbde ihlâs hâsıl olması, kalbin zikretmesi ile yani Allah ismini çok söylemesi ile olur. Dünyâ düşüncesi hiç kalmazsa, kalb kendiliğinden zikretmeye başlar. Şişedeki su boşalınca, havânın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi gibidir. Kalbi dünyâ düşüncelerinden korumak, kalbin mürşid-i kâmilin kalbinden feyiz, nûr alması ile olur. Kalbden kalbe feyiz, nûr, muhabbet, sevgi yolu ile akar. Mürşid, İslâm bilgilerini iyi bilen ve İslâmiyyete tâm uyan, ihlâs sâhibi, Ehl-i sünnet âlimidir. İslâmiyyete uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Netice olarak, hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecektir. Her mü'min, nefsini tezkiye için, her zamân çokça Lâ ilâhe illallah ve kalbini tasfiye için estağfirullah okumalıdır. İslâmiyyete uyanın duâsı muhakkak kabûl olur. Namâza ehemmiyet vermeyenin, harâma bakanların ve harâm yiyip içenlerin, İslâmiyyete uymadığı anlaşılır. Dolayısı ile böyle olanların yaptığı duâları kabûl olmaz.