"İyilik edenlere, karşılığını verecektir"

A -
A +

Dünyâ ni'metleri geçici, ömürleri ise, pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dînini vermek akılsızlıktır. İnsanların hepsi âcizdir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fayda ve zarar yapamaz. Peygamber efendimiz; (Dünyâda harâm edilmiş olan şeyler melûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir) buyurdu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Bu dünyâ malları, mülkleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhırette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayât, eğer dünyâ ve âhıretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olarak geçirilirse, saâdet-i ebediyye, sonsuz kurtuluş umulur. Yoksa, Ona tâbi olmadıkça, her şey hiçtir. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik burada kalır, âhırette ele bir şey geçmez. Resûlullah efendimize uymak şerefine kavuşmak için, dünyâda olan her şeyden yüz çevirmek lâzım olmaz. Böyle yapmak çok zor olur. Eğer, farz olan zekât verilir ise, dünyâ mallarının hepsi terk edilmiş demek olur. Böylece insan dünyânın zararından kurtulmuş olur. Çünkü, bir malın zekâtı verilince, o mal zarardan kurtulur. Demek ki, dünyâ malını zarardan korumak için ilâç, o malın zekâtını vermektir. Malın hepsini Allah yolunda vermek, elbette dahâ iyi ve faydalı ise de, zekâtını ayırıp, yerine vermek de, bu işi görmektedir." Allahü teâlânın râzı olduğu yolda verilen maldan hâsıl olacak ecir ve mükâfât hakkında, Bekara sûresinin 261. âyetinde meâlen; (Mallarını Allah yolunda infâk edenlerin, harcayanların hâli, bir tohum tânesine benzer ki, ekildiğinde yedi başak bitirip, her bir başakta da yüz tâne tohum bulunur) buyurulmuştur. Sadakanın, kişinin en sevdiği maldan olması lâzımdır. Bu husûsta, Âl-i îmrân sûresinin 92. âyetinde meâlen; (Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe hayra, iyiliğe, Cennete nâil olamazsınız, kavuşamazsınız) buyurulmuştur. "HÂLİN PERİŞAN OLUR!.." Vaktiyle Mısır'da Muhakked bin İsmâil isimli biri, çok güzel ve dillere destan evlere sâhipmiş. Bir gün yine güzel bir ev yaptırmış ve başka bir eksiklik var mı diye etrâfında dolaşıyormuş. O sırada Zünnûn-i Mısrî hazretleri yanına gelir ve ona; -Ey mağrur, bu kadar emeği, emânet olan bir dünyâ evine verdin. Ebedî evin olan Allahü teâlânın evine ne emek verdin? diye sorar ve; -Bu dünyâda kendin için nasıl olsa bir ev bulursun ve içinde oturursun. Fakat öbür dünyâda eğer şu dört hudut arasında kendine bir ev yapmazsan hâlin perişân olur, Cehenneme gidersin. O dört huduttan; İlki, dünyâdaki fazla malı, ihtiyaç sâhiplerine vermek. İkincisi, Allahü teâlâdan korkmak. Üçüncüsü, Allahü teâlâyı ve Onun sevdiklerini sevmek. Dördüncüsü ise, bütün musîbetler karşısında sabretmektir... İşte bu dört hudut içindeki evi kendine al, o senin için yeterlidir. O hudutlar arasında yer alan ev, Cennet evidir. Altında bal ve sütten sular akan ırmaklarla, içinde istediğin her nîmet ve yiyecek vardır buyurur. Bunun üzerine o şahıs; -Ey efendi, ben çok günah işledim, onlara ne yapayım? der. Zünnûn-i Mısrî hazretleri; -Allahü teâlâ dilerse bütün günahları affeder. Yeter ki sen cânu gönülden tövbe et, buyurunca, adamcağız ağlamaya başlar ve cânu gönülden tövbe eder. Bütün evlerini satıp, parasını fakirlere dağıtır ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin talebesi olur. Bir müddet sonra bu kimse vefât eder. Kabre koyduklarının ertesi gününde, kabrin üzerinde bir kâğıdın durduğunu görürler. O kağıdın üzerinde; "Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin söylediklerinin hepsi doğru çıktı. Cânu gönülden tövbe ettiğim için, daha önce işlediğim bütün günahlarımı Allahü teâlâ affetti. Şimdi altından ırmaklar geçen Cennet evindeyim" diye yazıyordu. Netice olarak, dünyada iken yapılan her iyilik, her hayır muhakkak karşılık görecektir. Zerre kadar iyilik eden, yaptığı bu iyiliğinin karşılığını elbette bulacaktır. Hadîs-i şerîfde buyurulduğu gibi: (Allahü teâlâ, iyilik edenlere, karşılığını elbette verecektir.)