"Kalb, Allahü teâlânın komşusudur"

A -
A +

Dinimizde, yalan söylemek, dedikodu yapmak, gıybet, iftirâ etmek, hırsızlık, hile yapmak, başkasının malını izinsiz kullanmak ve kalb kırmak, büyük günâhlardandır. Bunları gayr-i müslimlere karşı yapmak da, harâmdır, günahtır. Mü'min kardeşinin gönlünü kırmak, Kâ'beyi yıkmaktan dahâ büyük günâhtır. Allahü teâlâyı en ziyâde inciten küfürden, inkârdan sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yoktur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mü'min olsun, âsî olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü âsî olan komşuyu da korumak lâzımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyâde inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yoktur. Çünkü Allahü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın kullarıdır. Herhangi bir kimsenin hizmetçisi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik mâliki, sâhibi olan efendinin şânını, büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlûkları, ancak izin verdiği, emir eylediği kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hattâ, onun emrini yapmak olur." KÛFELİ?BİR?MECÛSÎ Hazret-i Ömer halîfe iken, doğu cephesi kumandanı olan Sa'd bin ebî Vakkâs hazretleri Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak ister. Bir Mecûsînin evini satın almak îcâbeder ama Mecûsî satmak istemez. Evine gidip hanımına danışır. Hanımı da; -Bunların Medîne'de bir Emîr-ül-mü'minînleri varmış. Ona gidip şikâyet et der. Mecûsi, Medîne'ye gelip halîfenin sarâyını sorar ve; -Onun sarâyı, köşkü yok. Kendisi şehir dışına çıktı cevabını alır. Bunun üzerine Mecûsi, halifeyi ararsa da, asker ve muhâfızlar göremez. Toprak üstünde uyumuş birini görür ve; -Halîfe Ömer'i gördün mü der. Hâlbuki bu zât, hazret-i Ömer'in ta kendisidir. Hazret-i Ömer; -Halifeyi niçin arıyorsun diye sorunca; -Onun kumandanı, benim evimi zorla satın almak istiyor. Onu kendisine şikâyet etmeye geldim der. Hazret-i Ömer, Mecûsî ile evine gelir ve bir kâğıt ister. Evde kâğıt yoktur. Bir kürek kemiği görür ve o kemik üzerine; "Bismillâhirrahmânirrahîm. Ey Sa'd, bu Mecûsînin kalbini kırma! Yoksa, hemen yanıma gel!" yazar ve adama verir. Mecûsî, kemiği alıp evine gelir ve hanımına; -Boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar der. Hanımının ısrâr etmesi üzerine Sa'd bin ebî Vakkâs hazretlerine gider. Sa'd bin ebî Vakkâs hazretleri, askerleri arasında oturmuş, neşe ile konuşurken gözü, uzakta duran Mecûsînin elindeki kemikteki yazıya ilişir ve hazret-i Ömer'in yazısını tanıyıp ansızın rengi solar. Bu ânî değişikliğe herkes şaşırır. Sa'd bin ebî Vakkâs hazretleri, Mecûsînin yanına gelip; -Her ne istersen yapayım. Aman beni halifenin karşısına çıkarma! Zîrâ Onun siyasetine tâkat getiremem der. HEMEN?MÜSLÜMAN?OLUR!.. Mecûsî, kumandanın bu yalvarmasını görünce, hayretten aklı gider. Aklı başına gelince, hemen Müslümân olur. -Seve seve nasıl Müslümân oldun diyenlere; -Ben bunların Emîrlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan dîne inananlarda olur cevabını verir. Bir Müslümâna kötü gözle bakmak, onu çekiştirmek, ona iftirâ etmek, kalbini kırmak harâmdır. Gayr-i müslimin malını almak, kalbini kırmak, Müslümânın malını almaktan dahâ büyük günâhtır. Bunlar Kur'ân-ı kerîmde yasak edilmiştir. Netice olarak, insanların kalbini kırmak, Allahü teâlânın gadabını üzerine çekmek demektir. Bundan çok kaçınmalıdır. İnsan kalbi, Allahü teâlânın sevgisinin tecelli ettiği bir yerdir. Oraya dokunmak, çok tehlikelidir. Hele o kalbde, Allahü teâlânın korkusu ve Allahü teâlânın sevgisi varsa, onu incitmekten, son derece kaçınmalıdır...