Kalıbıyla, kalbiyle, diliyle teslim olmayan...

A -
A +

İslâm; lügat, sözlük anlamı itibarı ile, boyun bükerek teslîm olmak demektir. İslâm kelimesi, Arapça'dır ve; "nefsini teslîm etmek, boyun eğmek, selâmete ulaşmak" aynı zamânda "sulh" mânâlarına gelir. İmâm-ı a'zam Ebû Hanife hazretleri, İslâm kelimesini; "Allahü teâlânın emirlerine teslîm olmak ve boyun eğmek" diye tarîf etmiştir. İslâmiyyet; Allahü teâlâya teslîm olmak mânâsına geldiği gibi, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği son dîne de, İslâmiyyet denir. Zaten Resûlullah efendimiz, İslâm kelimesinin, İslâmiyyette beş temel direğin ismi olduğunu beyân buyurmuştur. İslâmiyyet, sulh ve sükûn içinde Allahü teâlâya tam bir teslîmiyyeti emreder. İmân eden, Allahü teâlânın emirlerine teslîm olur, o emirleri seve seve yapar. Böylece de, Müslümân olmuş olur. Kısacası, her mü'min Müslümân, her Müslümân da, mü'mindir. Îmân, korkusuz olmak, İslâm ise, teslîm olmak ve kurtulmak demektir. Fakat, İslâmiyyette, îmân ve İslâm birdir. Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlâdan vahiy olunarak getirdiği haberlerin hepsine kalb ile inanmaya Îmân ve İslâm denir. ALTI ŞEYE İNANAN... Bu haberler, kısaltılarak altı şeyin içine yerleştirilmiştir. Bu altı şeye inanan, hepsine inanmış olur. Bu altı şey, Âmentüde bildirilmiştir. Her Müslümânın Âmentüyü ezberlemesi ve çocuklarına ezberletip, ma'nâsını öğretmesi farzdır. Bunlara inanan insana Mü'min veyâ Müslümân denir. İbâdetleri yapmaya, harâmlardan kaçınmaya, İslâmiyyete uymak denir. İslâmiyyete uyan Müslümânlara sâlih, tembellik ederek uymayan Müslümâna fâsık denir. Fâsık da Müslümândır. Zira günâh işlemekle îmânı gitmez. İbâdete ve günâha ehemmiyyet vermeyenin, İslâmiyyete kıymet vermeyenin, hükümlerinden bir tânesini bile beğenmeyenin îmânı gider. Müslümân ana babanın çocuğu âkil bâliğ olduğu zamân, yalnız "Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah" demekle Müslümân olmaz. İmânı ve İslâmı bilmesi, anlatması da lâzımdır. İmânı anlatmak demek, inanılacak altı şeyi anlamak ve sorunca söylemek demektir. İslâmı bilmek demek, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabûl etmektir. Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibâdet etmek için yarattı. İbâdet, zül ve zillet demektir. Yani insanın Rabbine, mâbûduna, hakîr olduğunu, âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın, nefsin ve âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Allahü teâlânın güzel ve çirkin dediklerine teslîm olmak, Onun gönderdiği Kitâba, Peygamberlere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir insan, bir işi, Allahü teâlânın izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Rabbine kulluk yapmamış, Müslümânlığın îcâbını yerine getirmemiş olur. TÂBİ OLMASI AZ OLANLAR... İslâm; kendini tamamen Allahü teâlânın emirlerine teslîm etmek demektir. İslâm dîninin kitâbı, Kur'ân-ı kerîmdir. Kur'ân-ı kerimde, insanların dünyâda neler yapmaları lâzım geldiği hakkında hükümler vardır. Ayrıca, nasıl ibâdet edileceği, oruç tutulacağı, vücûdun nasıl yıkanacağı hakkında emirler bulunduğu gibi, diğer insanlara ve başka dinden olanlara karşı nasıl mu'âmele edileceği hakkında da bilgiler mevcuttur. İslâmiyyet, dînî resimleri, heykelleri meneder, içkiyi ve domuz etini yasaklar. İslâm dînini kabûl edenler ve Onun emirlerine uygun olarak yaşayanların âhirette, çeşitli nimetlere, sonsuz saadete kavuşacakları müjdelenmiştir. Nîsâ sûresinin 46. âyetinde meâlen; (Onların îmân etmiş olmaları için, aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hakem yapmaları ve vereceğin hükme râzı olmaları, teslîm olmaları lâzımdır) buyurulmaktadır. Netice olarak İslâmiyyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına teslimiyet demektir. Muhammed aleyhisselâma ve bildirdiklerine tam tâbi olmaktır. Teslimiyeti, tâbi olması az olanlar, başarısız olur. Kalıbıyla, kalbiyle, diliyle teslim olmayan, tâbi olmayan bir kimse, hakiki, olgun bir Müslümân olamaz. Resûlullah efendimizin buyurduğu gibi: (Müslümân demek, Müslümânlara eli ile, dili ile zarâr vermeyen kimse demektir.)