"Kimsenin gönlünü kırma!.."

A -
A +

Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için, emrettiklerine saygı, hürmet göstermeli, bütün mahlûklara da, şefkat ve merhametle yaklaşmalıdır. Hiç kimsenin kalbini kırmamalı, ayıplarını, kusûrlarını araştırmamalı, yüzlerine vurmamalıdır. Peygamber efendimiz, Mu'âz bin Cebel hazretlerine hitaben buyurdular ki: (Yâ Mu'âz! Ayıpları gizle, kimsenin ayıbını yüzüne vurma! Farzlardan başka kıldığın namâzları ve ibâdetleri kimseye söyleme! Dünyâ işini âhıret işinden büyük görüp, evvel yapma! Hiç kimseye hor bakma! Kimsenin gönlünü kırma, herkesle hoş geçin. Eğer bu şekilde hareket etmezseniz elem verici azâba uğrarsınız.) Her insana, insafla, merhametle yaklaşmalı, onlara yardım etmelidir. Zira Allahü teâlâ; (Benim kullarıma yardım edene, ben fazlasiyle yardım ederim) buyuruyor. SEVGİLİ KUL OLMAK İÇİN... Elinden yardım geldiği hâlde, yardımı esirgeyen insan, Allahü teâlânın indinde sevgili bir kul olamaz. İnsanların kalbini kırmak ise, Allahü teâlânın gadabını üzerine çekmek demektir. Bundan çok kaçınmalıdır. İnsan kalbi, Allahü teâlânın sevgisinin tecelli ettiği bir yerdir. Oraya dokunmak, çok tehlikelidir. Hele o kalbde, Allahü teâlânın korkusu ve sevgisi varsa, onu incitmekten, son derece kaçınmalıdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mü'min olsun, âsî olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü âsî olan komşuyu da korumak lâzımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyâde inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yoktur." Hazret-i Ömer bir gün, mescidde başını koyup, tam yatacağı sırada, bir köle gelip; -Kalk, yâ emîr-el mü'minîn. Önce bana insâf, merhamet eyle. Rabbil âlemîn kıyâmet günü benim hakkımı senden alır, dedi. Hazret-i Ömer, kölenin bu sözlerini işitir işitmez hemen kalktı ve; -Ne istersin, sana nasıl yardım edebilirim, diye sordu. O köle de; -Ben fakir, kimsesiz bir kişiyim. Elbisemi yıkayasın ve temizleyesin. Düşkünlere, fakirlere, hastalara yardım etmek senin üzerine vaciptir, dedi. Hazret-i Ömer; -Evet, senin dediğin gibidir. Ne istiyorsan yapacağım, buyurdu. Köle üzerindeki elbiseleri çıkardı ve; -Yâ Emîr-el mü'minîn! Sen kendi elbiseni de bana ver, onları giyineyim ki, çıplaklığa sabredemem, dedi. Hazret-i Ömer, üzerindeki gömleği çıkarıp ona verdi ve kendi beline bir peştamal bağladı. Kölenin elbisesini yıkadı. Ondan özürler diledi, iltifatta bulundu, yumuşak sözlerle helâllik diledi. Köle dedi ki: -Yâ Emîr-el mü'minîn, eğer sana acımasam, hakkımı helâl etmezdim. Sen de bilirsin ki, kıyâmet gününde, doğudan, batıya bütün Müslümânların çıplaklarının, açlarının, zayıflarının ve fakîrlerinin haklarından sana suâl ederler. Allahü teâlâ, bütün bunların haklarından sana suâl edecek, o zaman sen ne cevâp verereceksin! Kölenin bu sözleri üzerine hazret-i Ömer, çok ağladı, köleden tekrar özürler diledi, gönlünü hoş etti ve kendi elbisesini ona bağışlayarak, oradan ağlayarak ayrıldı. KENDİ KABAHATLERİNİ DÜŞÜN! Netice olarak, herkes, kendi kusûrlarını, kabâhatlerini düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekte acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak arzûsu ile yanan bir kimsenin, uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Geçmişteki günâhlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allahü teâlâdan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabır gösterir ve insanların hatalarını affeder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür. Kimseyle münâkaşa etmez. Bir kalbi incitmekten çok korkar. Zira kalbleri, Allahü teâlânın evi bilir. Hadîs-i kudsîde buyurulduğu gibi: (Dili ilim saçıp gönlü ilimden uzak olan, dışını yıkadığı hâlde gönlünü temizlemeyen, başkalarının kusûrlarını araştırıp kendi kusûrlarını görmeyen, âhırette hesâba çekileceğini bildiği hâlde gülüp eğlenenlere şaşılır.)