"Malı seviyorsan, yerine sarf et!.."

A -
A +

Zekât vermek, Kur'ân-ı kerîmin otuziki yerinde, namâzla birlikte emredilmektedir. Ticâret eşyasının, kırda otlayan hayvânların, tarladan, ağaçlardan elde edilen mahsulün, kâğıt paraların ve alacakların zekâtlarını emir olunan yerlere seve seve vermelidir. Zekâtı verilen mâl azalmaz. Zekâtı verilmeyen mâl, Cehennemde ateş olur. Nitekim Tövbe sûresinin 34. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Malı, parayı biriktirip zekâtını, Müslümân fakîrlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele!) buyurulmaktadır. Bundan sonraki âyet-i kerimede de meâlen; (Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır) buyurulmuştur. "YANIP KAVRULURSUNUZ!.." Bütün ni'metlerin, malların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâ, zenginlere verdiği ni'metlerin kırkta birini, Müslümânların fakîrlerine vermelerini, buna karşılık, çok sevâb, kat kat mükâfât vereceğini ve; (Zekâtı verilen malı elbette arttırırım ve hayırlı yerlerde kullanmanızı nasîb ederim. Zekâtı verilmeyen mâlı, dert ile, belâ ile istemeyerek harcettiririm, elinizden alır, düşmanlarınıza veririm, siz de bu hâli görür, kendinizi yer, yanıp kavrulursunuz!) buyurup da, bu kadar az bir şeyi, istediğin herhangi bir din kardeşine vermemek, ne büyük insâfsızlık ve inâtçılık olur. Resûlullah efendimiz, vedâ haccında buyurdu ki: (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namâzı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı yoktur.) Bir kimse, zekât vermeyi vazîfe bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günâha girdiğini bilmezse, imânı gider, kâfir olur. Senelerle zekât vermeyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, Müslümânların o malda hakkı olduğunu, hâtırına bile getirmez, kalbi hiç sızlamaz. Bu mala sımsıkı sarılmıştır. Böyle kimseler, Müslümân olarak tanınır. Fakat bunlardan, îmânını kurtaran pek nâdir olur. Âl-i İmrân sûresinin 180. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Allahü teâlânın ihsân ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyor. Hâlbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennemde azâb âleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır) buyurulmuştur. Kıyâmete ve Cehennem azâbına inanan zenginlerin, mallarının zekâtını, tarla mahsûllerinin, meyvelerin uşrunu vererek, bu azâblardan kurtulmaları lâzımdır. Hadîs-i şerîfte; (Zekât vererek, malınızı zarardan koruyunuz!) buyuruluyor. Tefsîr-i Mugnîde buyuruluyor ki: "Kur'ân-ı kerîmde üç şey, üç şeyle berâber bildirildi. Bunlardan biri yapılmazsa, ikincisi kabûl olmaz. Peygambere itâat edilmedikçe, Allahü teâlâya itâat edilmiş olmaz. Anaya, babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekâtı verilmedikçe, namâzlar kabûl olmaz." DÜNYA ÇABUK GEÇER... Dünyânın çabuk geçip, gidici malı, parası, insanı aldatmamalıdır. Bunlar, daha önce, başkalarınındı. Sonra yine başkalarının olacaktır. Cehennemin şiddetli azâbını düşünmelidir. Zekâtı ayrılıp verilmeyen mal, uşru verilmeyen buğday, hakîkatte zehirdir. Malın hakîkî sâhibi, Allahü teâlâdır. Zenginler, Onun vekîlleri, memûrları, fakîrler de, âilesi, akrabâsı demektir. Vekîllerin, Allahü teâlânın borcunu fakîrlere vermesi lâzımdır. Abdullah-i Ensârî hazretleri; "Malı seviyorsan, yerine sarf et de, sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de, yok olsun!" buyurmuştur. Netice olarak zekât vermek, bir ibâdettir ve farzdır. Zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekten dahâ sevâbtır. Çünkü zekât vermek, farzı yapmaktır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdettir. Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yoktur. Hadîs-i şerîfte buyurulduğu gibi: (Ey Âdemoğlu! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan, yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek, sonsuz yaşattığındır.)