"Namâz, mü'minin mi'râcıdır"

A -
A +

İslâmın ikinci şartı, dînin direği olan, beş vakit namâzı vaktinde kılmaktır. Namâz, ibâdetlerin en üstünüdür. İmândan sonra, en kıymetli ibâdet, namâzdır. İmân gibi, onun da güzelliği, kendindendir. Başka ibâdetlerin güzelliği ise, kendilerinden değildir. Nemâzı doğru kılmaya çok dikkat etmelidir. Peygamber efendimiz râhatını, huzurunu, namâz kılmakta bilirdi. Namâzdaki yakınlık, başka şeylerde bulunmaz. Hadîs-i şerîfde; (Allah ile kul arasındaki perdeler, ancak namâzda kaldırılır) buyuruldu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: "Namâz, islâmın beş şartından ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız başına, müslümânlık demek olmuştur. İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin efendisine mi'râc gecesi, Cennette nasîb olan rü'yet şerefi, dünyâya indikten sonra, dünyânın hâline uygun olarak kendisine yalnız namâzda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki; (Namâz mü'minlerin mi'râcıdır) buyurmuştur. Bir hadîs-i şerifte de; (İnsanın Allahü teâlâya en yakın olması namâzdadır) buyurmuştur. Onun yolunda, tâm izinde giden büyüklere, o rü'yet devletinden, bu dünyâda büyük pay, namâzda olmaktadır. Bu dünyâda Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünyâ buna elverişli değildir. Fakat Ona tâbi olan büyüklere, namâz kılarken rü'yetten birşeyler nasîb olmaktadır. Namâz kılmayı emir buyurmasaydı, maksadın, gâyenin güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Âşıklar, ma'şûku nasıl bulurdu? Namâz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namâz, hastaların, râhat vericisidir. Rûhun gıdâsı, kalbin şifâsı namâzdır. (Ey Bilâl, beni ferâhlandır!) diye ezân okumasını emir buyuran hadîs-i şerîf, bunu göstermekte, (Namâz, kalbimin neşesi, gözümün bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûya işâret etmektedir. Namâzın hakîkatini anlamış olan bir kimse, namâza durunca, sanki, bu dünyâdan çıkıp âhıret hayâtına girer ve âhırete mahsûs olan ni'metlerden birşeylere kavuşur. Asıldan haz ve pay alır. Dünyâda asıldan alabilmek için, mi'râc lâzımdır. Bu mi'râc, mü'minin namâzıdır. Bu ni'met, yalnız bu ümmete mahsûstur." Hazret-i Alî, namâza durduğu zaman, bütün âlem alt-üst olsa, hiç haberi olmazdı. Bir harpte, mübârek ayağına ok saplanmış ve okun demir kısmı kemiğe girmişti. Kemiğe saplanan demir kısmını çıkaramayıp, cerrâha gösterdiler. Cerrâh; -Efendim, o parçayı çıkartmak için sizi bayıltmak gerekir. Yoksa acısına dayanamazsınız deyince, hazret-i Ali; -Bayıltamaya gerek yok. Namâz vakti gelsin, ben namâza durduktan sonra çıkarırsınız cevabını vermiştir. Nitekim namâz vakti gelince hazret-i Alî namâza durur, Cerrâh da, o demir parçasını çıkartır ve yarayı da sarar. Hazret-i Alî namâzı bitirince cerrâha; -Demiri çıkardınız mı diye sorar, cerrâh da; -Evet çıkardık der. Bunun üzerine hazret-i Alî; -Ben bu demiri çıkardığını duymadım, hissetmedim buyurur. NAMAZ DİNİN DİREĞİDİR Muhammed Ma'sûm hazretleri buyuruyor ki: "Namâz, dînin direğidir, mü'minin mi'râcıdır. O hâlde, onu iyi kılmaya gayret etmelidir. Erkânını yanî farzlarını, şartlarını, sünnetlerini, edeblerini, istenildiği ve lâyık olduğu gibi yapmalıdır. Namâzda tumânînete yanî rüküda, secdelerde, kavmede ve celsede, bütün âzânın hareketsiz kalmasına ve ta'dîl-i erkâna yani bu dört yerde sükûn ve tumânînet bulduktan sonra, bir miktâr durmaya, dikkat etmelidir. Namâz, doğru kılınınca, kurtuluş ümîdi çoğalır. Çünkü dînin direği dikilmiş olur." Netice olarak namâz, mü'minin mi'râcıdır. Yani namaz, dünyâdan âhırete yükselten bir merdiven gibidir. Namâzda sanki dünyâdan çıkıp, âhırete gidilir ve âhırette kavuşulacak olan şeylerden haz, zevk alınır. Mi'râc gecesinde Peygamber efendimize ihsân olunan ni'metler, bu dünyâda, Onun ümmetine yalnız namâzda tattırılmaktadır. Emredilen farz ibâdetlerin en üstünü, en yükseği namâzdır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi: (Namâz, mü'minin mi'râcıdır.)