"Sabreyleyen, belâdan kurtulur..."

A -
A +

Ecel gelince, ileri ve geri gitmez, insanın ömrü değişmez. Çok olur ki, ölüme sebep olan herhangi bir şeyden sakınmak veya kaçmak, ölüme sebep olabilir. Sebeplere yapışmak, tehlikeli şeylerden uzaklaşmak emredildiği için, emri yerine getirmek için tedbire yapışılır. Fakat bütün tedbirlere rağmen, bir sıkıntı veya bir belâ gelmiş ise, bunlara sabredilir. Çünkü hadis-i şerifte; (Sabreyleyen, belâdan kurtulur) buyurulmuştur. Şecâatin, kahramanlığın temeli, Allahü teâlânın takdîrine râzı olmak, Ona tevekkül etmek, Ona güvenmektir. Allahın arslanı, şecâat nehirlerinin kaynağı olan hazret-i Alî; "Ölümden kaçmak, şu iki gün doğru olmaz. Ecel geldiği gün ve gelmediği gün. Ecel geldiyse kaçmak fayda vermez, gelmedi ise, tedbîr uygun olmaz!" buyurmuştur. Mâlını, mevkisini kaybettiği veyâ düşman eline esîr düştüğü için intihâr eden, kendini öldürenlerde şecâat değil, korkaklık vardır. Şecâat sâhibi olan, dertlere, belâlara göğüs gerer, dayanır, sabreder. Ölümü tercih edenler, ölmekle sıkıntıdan kurtulacaklarını sanırlar. Halbuki bunlar, ölünce dahâ çok sıkıntılara, acılara düşeceklerini bilmiyorlar. Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyuruyor ki: DÂİMÂ ÜMİTLİ OLUN!.. "Halinizden şikâyette bulunmayın. Sabredin, feryâd etmeyin. Doğruluk üzere devâm edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hâllerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Dâimâ ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin. Allahü teâlâya, rızâsı için yapılan sabırlar ve tahammüller, aslâ karşılıksız kalmaz. Onun için sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükâfâtını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhûr olan, bu lakabı, bir ânlık cesâreti netîcesinde kazanmıştır. Allahü tealâ Kur'ân-ı kerimde Bekara sûresinin 153. âyetinde meâlen; (Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle berâberdir) buyuruyor." Eceli gelen hastanın ölümüne mâni olunamaz. Ancak, ölüm hastasının istiğfâr okuması, hastalığın vereceği acıları, ağrıları gidereceği kitaplarda yazılıdır. Ahmed bin Abdurrahmân hazretleri vefatından önce hastalanır. Kendisine hâlinin nasıl olduğu sorulunca; "Dünyâya düşkün olanlar, dünyâ nîmetlerinden lezzet aldıkları gibi, sâlihler de, Allahü teâlâdan gelen belâ ve musîbetlerden öyle lezzet alırlar" buyurur. Bir kimse, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerine gelerek, geçim darlığından şikâyette bulunur. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri o kimseye; -Eğer sana, âzâlarından, organlarından birini kesip, yerine bin altın verelim deseler râzı olur musun? diye sorar. O da; -Hayır, râzı olmam diye cevap verir. Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; -Ey kardeşim! Mâdemki râzı olmazsın, niçin geçim sıkıntısından şikâyette bulunursun? Fakirim diyorsun, bu kadar altından daha kıymetli âzâların, organların var iken, vücûdun sıhhatte ve âfiyette iken, niçin bunları sana bedâvadan ihsân eden Allahü teâlâya şükretmiyorsun? Allahü teâlâ; İbrâhim sûresinin 7. âyetinde meâlen; (Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız onları arttırırım) buyurmaktadır, buyurur. GAMLARIN EN BÜYÜĞÜ!.. Muhammed Ma'sûm Farûkî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki: "Allahü teâlâ, zâlimlerin şerrinden, zararlarından muhâfaza eylesin! Belâ, Allahü teâlâdan gelir ve kurtaran da, Odur. Her birinin belli vakti vardır. Vakitlerini değiştirmek mümkün değildir. Şikâyet, fayda vermez. Ona ilticâ, duâ edilirse, hiç gam kalmaz. Duâ etmemek, gamların en büyüğüdür. Duâ edenleri sever. Duâya, yani Onun sevmesine sebep olan dertleri, belâları, ni'met bilmelidir." Netice olarak, her musîbete ve belâya sabretmek, şikâyet etmemek lâzımdır. Zîrâ, sabrı bulunmayan insanların dinleri kolaylıkla helâk olur. Dert ve belâ çekenlere değil, sabredenlere, bunları Allahü teâlâdan bilip, Ona yalvaranlara sevâp vardır. Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde buyuruyor ki: (Ey Âdemoğulları! Bir kimse benim kazâma râzı olmaz ve benim gönderdiğim belâlara sabretmez, verdiğim ni'metlerime şükretmez, ihsân ettiğim dünyâ ni'metlerine kanâat etmezse, başka bir Rab arasın. Ey Âdemoğlu! Bir kimse gönderdiğim belâya sabrederse, benden râzı olmuş, rubûbiyyetimi tasdîk etmiş olur.)