Tevekkül, çalışmamak değildir

A -
A +

Tevekkül, kendisine, kabiliyetine ve sermâyesine güvenmemektir. Bunun alâmeti de, sermâye elden giderse, kalbinin hiç sıkılmaması, rızkından ümît kesmemesidir...
Tevekkül, kalbin yapacağı bir iştir ve îmândan meydâna gelir. Çok kimse, tevekkülü, her işi oluruna bırakıp, kendi irâdesiyle bir şeyi yapmamak, para kazanmak için uğraşmamak, tasarruf yapmamak, yılandan, arslandan, zehirden sakınmamak, hasta olunca ilâç içmemek, dîni, İslâmiyeti öğrenmemek sanır. Din câhilleri, tevekküle, kanâat etmeye, böyle mânâ vererek, İslâmiyet tembelliktir, din afyondur, diyor ve İslâmiyete hücûm ediyorlar. Tevekkülü böyle düşünmek yanlıştır, İslâmiyete uygun değildir.
Tevekkül etmek, çalışmamak demek değildir. Hazret-i Ebû Bekir, her işinde tevekkül sâhibi idi. Halîfe seçildiği zamân, çarşıda kumaş satıyordu. Kendisine;
-Yâ Halîfe, devlet idâre ederken, ticâret yapmak uygun olur mu? dediklerinde;
-Çoluk çocuğuma bakmazsam, millete nasıl bakarım? buyurdu.
Bunun üzerine, halîfeye Beyt-ül-mâldan aylık vermeyi uygun buldular. Bundan sonra, her sâat, millet işleri ile uğraştı. Kendisi tevekkül edenlerin en yükseği iken, ticâret ederdi. Fakat, para kazanmayı düşünmezdi. Kazancını sermâyesinden, çalışmasından bilmez, Hak teâlâdan bilirdi. Malını, din kardeşlerinin malından dahâ çok sevmezdi.
Ebû Ca'fer-i Haddâd hazretleri, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin hocası idi ve çok tevekkül ederdi. Yirmi sene, tevekkül ettiğini, kimseye belli etmemiştir. Her gün, pazarda bir dînâr kazanır hepsini fakîrlere sadaka verirdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onun karşısında tevekkülden konuşmaz ve;
"Onun yanında, Onda bulunan şeyden konuşmaya utanırdım" buyururdu.
Tevekkülün esâsı, insanlardan bir şey beklememek, sebeplere güvenmemek, her şeyi, yalnız Allahü teâlâdan beklemektir. İbrâhîm-i Havvâs hazretleri buyuruyor ki:
"Hızır aleyhisselâmı gördüm. Benimle arkadaşlık etmek istedi. Ben istemedim. Kalbimin ona güvenerek, tevekkülümün azalmasından korktum."
Ahmed ibni Hanbel hazretleri, bir işçi tutmuştu. Talebesine;
-İşçiye, gündeliğinden fazla bir şey ver dedi. İşçi, almadı. İşçi gidince, talebesine;
-Arkasından gidip, o şeyi ver! Şimdi alır dedi. Talebe, sebebini sorduğunda;
-O zamân, bir şey vereceğimizi kalbi umuyordu. Onun için almadı. Şimdi, giderken hiç ümîdi kalmadığı için, alması, tevekkülüne zarar vermez dedi.
Netice olarak tevekkül, kendisine, kabiliyetine ve sermâyesine güvenmemektir. Bunun alâmeti de, sermâye elden giderse, kalbinin hiç sıkılmaması, rızkından ümît kesmemesidir. Çünkü Allahü teâlâya güvenen bir kimse, cenâb-ı Hakkın Rezzâk olduğunu, bütün yarattıklarına ve kendisine de hiç ummadığı bir yerden rızk göndereceğini bilir.