"Zekâtını veren, elbette kurtulacaktır"

A -
A +

Allahü teâlâ, zenginlere verdiği ni'metlerin kırkta birini, Müslümânların fakirlerine vermelerini, buna karşılık çok sevap, kat kat mükâfât vereceğini buyuruyor...

İslâmın beş şartından biri, malın zekâtını vermektir. Zekât vermek, elbette lâzımdır. Zekâtı seve seve ve İslâmiyetin emrettiği kimselere vermelidir.

Haşr sûresinin 9. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Zekâtını veren, elbette kurtulacaktır) buyuruldu.

Bütün nimetlerin, malların hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâ, zenginlere verdiği ni'metlerin kırkta birini, Müslümânların fakirlerine vermelerini, buna karşılık, çok sevap, kat kat mükâfât vereceğini ve;

(Zekâtı verilen malı elbette arttırırım ve hayırlı yerlerde kullanmanızı nasip ederim. Zekâtı verilmeyen malı, dert, belâ ile istemeyerek harcattırırım, elinizden alır, düşmanlarınıza veririm, siz de bu hâli görür, kendinizi yer, yanıp kavrulursunuz!) buyurup da, bu kadar az bir şeyi, bir din kardeşine vermemek, ne büyük insâfsızlık ve inatçılık olur.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
"Resûlullah efendimize uymak şerefine kavuşmak için, dünyada olan her şeyden yüz çevirmek lâzım olmaz. Böyle yapmak çok zor olur. Eğer, farz olan zekât verilirse, dünya mallarının hepsi terk edilmiş demek olur. Böylece insan dünyanın zararından kurtulmuş olur. Çünkü bir malın zekâtı verilince, o mal zarardan kurtulur. Demek ki, dünya malını zarardan korumak için ilâç, o malın zekâtını vermektir. Malın hepsini Allah yolunda vermek, elbette daha iyi ve faydalı ise de, zekâtını ayırıp, yerine vermek de, bu işi görmektedir.

Beş vakit namazı, seve seve ve cemâat ile kılınız! Malınızın kırkta bir zekâtını, Müslümân fakîrlere, yalvara yalvara veriniz! Haramlardan ve şüphelilerden kaçınınız! Herkesle iyi geçinip, hep acıyınız! Kurtuluş yolu budur."

Her türlü altın, gümüş eşyanın, çayırda otlayan hayvanların, ticâret eşyâsının zekâtını ve topraktan, tarladan, ağaçtan alınan mahsullerin uşrunu da, muhakkak vermek lâzımdır. Zekâtı ve fıtraları, İslâmiyetin emrettiği kimselere seve seve vermelidir. Bir kimse, helâl yoldan kazandığı hâlde, bu malın zekâtını vermezse, âhırette azap görmesine sebep olur.

Hadîs-i şerîfte;
(Altına ve gümüşe köle olana la'net olsun!) buyuruldu.

Netice olarak, eğer bir kimse, malını seviyorsa, niçin başkalarına bırakıp gitmektedir. Sevdiğinden ayrılmaması, beraber götürmesi gerekmez mi? İnsan, malının hepsini veremezse, hiç olmazsa kendini de, bir vâris yerine koyup, hissesini âhıret yolunda harcamalıdır. Bunu da yapamazsa, zekâtını verip azaptan kurtulmalıdır.

Abdullah-i Ensârî hazretlerinin buyurduğu gibi:
"Malı seviyorsan, yerine sarf et de, sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de, yok olsun!"