Ağlayabilmek

A -
A +

Orhan Veli'nin, pamuk yumuşuklağındaki şu mısralarını mırıldanırken, her defasında, bir bulut kümesinin üzerinden insanlığın acılarını seyrediyormuşum gibi dalıp giderim: "Ağlasam sesimi duyar mısınız/ Mısralarımda;/ Dokunabilir misiniz,/ Gözyaşlarıma, ellerinizle?" *** Son bir haftadır içime akan gözyaşlarının kaç göle denk geldiğini bilemezsiniz. Dünyanın bütün köşelerinde aynı acılar için ağlayan gözler yerine de ağladım, ağladım... Depremlerde, çöken binaların altında, çarpışan veya yuvarlanan arabaların içinde, savaşlarda, açlıkta ölenleri düşünerek ağladım... Bayramdı. Olsundu. Acılar devam ediyordu yaşlı yerkürede. Hatırladım. Ağladım... Düşündüm ki, doyasıya gülmem için fazlaca sebep yoktu yaşadıklarımda, gördüklerimde ve hissettiklerimde. Bunca acıya rağmen, hayatın sadece kendisine verilmiş bir nimet olduğu zannıyla ve cüce bir gururla yüzüne ve gözüne yapışmış insanları düşünerek, ağladım. Üzerine beton bloklar çökmüş hamile kadın için, dünyaya geleceği günü iple çeken karnındaki bebek için, çocuğunu uyutmak isterken beton duvarlar altında kalan anne için ağladım. Ve, hayatın neden bu kadar ucuz, suçların neden böylesine cezasız, iyiliklerin neden görünmesiz, kötülüklerin niye faciaya dönüştüğünü düşündüm durdum. *** Peyami Safa'nın, cebimde bir muska gibi taşıdığım "Acıdan korkmamanın tek ilacı, acıdır; bu ateşi, o ateş söndürür" parolası ile yaşadım bunca yıldır. O yüzden, yüzüm acıya ve hüzne dönük; ama şikayetçi değilim. Çünkü, ıstırap çekerek çok şey öğreneceğimi biliyorum. Yine biliyorum ki, "Öğrendikten ve sevdikten sonra daha çok acı" (Victor Hugo) çekeceğim. *** Yeryüzünü hallaç pamuğu gibi savurup duran egemen güçlerin sahipleri, sol göğüslerinin altında onları hayata bağlayan organın varlığını çoktan unuttular. Kendileri için istemediklerinin kat kat fazlasını başkalarının üzerinde denediler ve yerküreyi o yüzden mutsuz insanlar doldurdu. Onlar, adalet ve ahlaktan uzaklaştıkça tiranlaştılar. Tiranlaştıkça, acıya boğdular insanoğlunun yeni çağını... Küçücük evlerimizde, kendi evlatlarımız arasında bile sevgiyi adaletle dağıtamıyorsak; işyerimizde çalıştırdığımız insanları kendi at gözlüğümüzle görüp, yararlı olup olmadığını sadece bu bakış açısıyla değerlendiriyorsak; mutlu aile yuvalarının saadetini yalan ve yanlış politikalarla bozuyorsak; dünyanın sadece ve sadece kendi etrafımızda döndüğü tezinden başka hiçbir fikre açık değilsek bu acılar ve gözyaşları daha onyıllarca devam edecek... *** Ağlamak için iznimi Hazreti Ebubekir'den aldım: "Ağlamaya gücü yeten ağlasın; ağlayamayanlar da ağlamaya çalışsın." Ağladıkça, varolan renklerin dışında başka bir renk daha olduğunu gördüm. Ve bakışlarımın daha da şeffaflaştığını... Nasıl görmek istiyorsam öyle gördüm çevremde olup biten her şeyi. O zaman, mutlak gerçeğe doğru yöneltmeye çalıştığım yüzüm tam hedefe kilitlendi. İşim biraz daha zorlaştı ağladıkça. Her derdi kendimin bildim ve o yüzden, yüzüme asılı duran tebessüm terketti dudağımı ve gözlerimi. Sorumsuzluklarımın pişmanlığı için ağladım. Yunus'a sığındım düşündükçe bunları: "Aşık Yunus eder âhı/ Gözyaşı döker günâhı..." "Merhamet denizi"ni kabartan gözyaşları cümlesinden sayılmasını istedim ağlamalarımın. "Ne olurdu halimiz, gözyaşı olmasaydı?" (N.F. Kısakürek) diye mırıldandım yalnız başıma kaldığım gözyaşı denizlerinde. *** Ve inandım ki, "Gözyaşları, acının sessiz sözleridir."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.