Geçen haftaki yazım, bazı yayıncı dostların canını biraz sıkmış. "Neden bu kadar sert yazdınız?" serzenişiyle beni sorguluyorlar. Ama haklı olduğumu da belirtiyorlar... Bu dostlara, eleştirilerimin tek bir kurumu veya kişiyi bağlamadığını yeniden hatırlatmak ve aşırı alınganlıktan sağduyuya sığınmalarını tavsiye etmekten başka bir şey söyleyemiyorum. Benim tepkim, "Türkiye'de nasıl olsa kitap okuru çok az sayıda, okumaya heveslileri de ucuz, niteliksiz ve orijinallerinden çok uzak kitaplarla ticari mekanizmanın içine çekebilirim" kurnazlığının ardına sığınanlara idi; yeniden hatırlatıyorum... *** Birkaç yıl önce, Şahin Alpay'ın yaptırdığı üniversiteler araştırmasında ilginç bir sonuç dikkatimi çekmişti. Araştırmada, "Ders kitabı dışında kitap okuyor musunuz?" sorusuna olumsuz cevap verenlerin oranı yüzde 12, boş zamanlarında kitap okumadıklarını söyleyenlerin oranı ise yüzde 35 olarak açıklanmıştı. Yayıncı dostlarımın bu istatistikten hareketle, kangren haline dönmüş kitap meselesini daha fazla ve farklı açılardan ciddiye almaları gerekmiyor mu, diye kendi kendime sorarken, acımasız eleştirileriyle karşı karşıya kalmak, canımı acıtıyor. *** Kitaba ve kitabî bilgiye yönelenlerin, "okuyup da ne olacak, dünyayı sen mi değiştireceksin, bugüne kadar okuyup öğrendin de ne oldu" gibi sorulara muhatap olduğunu biliyorum. Okuyan insana böyle acımasız sorular yöneltenlere, Montaigne'nin şu sözleriyle cevap vermek istiyorum: "Kitaplar, ömür boyu yanı başımda elimin altındadır. Yalnızlığımda ve yaşlılığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır, hoşlanmadığım kişilerin havasından dilediğim zaman ayırırlar beni. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur; hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. İnsan hayatı denen bu yolculukta benim bulduğum en iyi nevale kitaplardır ve onlardan mahrum anlayıştaki insanlara çok acırım." *** Ferhat Özen, "Türkiye'de Okuma Alışkanlığı" (Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001) isimli eserinde, her gün 15 dakika okumanın, günaşırı 30 dakika okumaktan daha iyi olduğu ve bunun kural haline getirilmesi gerektiğini belirtiyordu. Özen'i bu yargıya götüren sebep, herhalde, Psikiyatrist Nusret Kaya'nın şu tesbitinin altında gizli olsa gerek: "Gelişmiş alt beyinlere sahip olmayan ve çocuk alt beyinli kalan toplumumuzun beyinsel gelişim yaşının 12 olduğudur. 12 yaşında bir çocuğu veya toplumu yönetmek daha kolay olduğu için, iktidar sahipleri toplumun yaşını büyütmek istememektedir. Gelişmiş alt beyinlere sahip olmasa da okuyarak üst beynini geliştirmiş kişilere, bugünkü televizyon programlarının basit, sığ ve çekilmez gelmesi bundandır." *** Peki, o tepkili yayıncılarımız ve okuyanlarla alay eden zavallılar, kitap okumayan, eğitim seviyesi düşük insanların beyinlerinin ancak yüzde 0.5'ini; kitap okuyanların ise yüzde 2'sini kullanabildiğini biliyorlar mı?.. Okumayı sevmeyen bir milletiz hatta okumaktan sıkılan... O yüzden zihni faaliyetlerimiz hantal, düşünce sistemimiz hımbıl, reflekslerimiz saçma-sapan... O yüzden, bir İsrailli bir Türkten 6 kat; bir Yunanlı ise 4 kat daha fazla kitap okuyor. O yüzden, duygularımız gevşek, ürettiklerimiz yavan, sevgilerimiz sahte, bilimimiz tökezliyor... Bu yazıyı okuduktan sonra, bir kişi dahi olsa, yönünü kitaba çevirebiliyorsa, kendimi mutlu addedeceğim... Daha ne diyeyim ki!..