'1850'den beri bizim edebiyatçılarımızın derdi; hangi dille yazayım? Dil seçmesi gibi bir zaruretin başladığı noktada, şair de, romancı da, hikâyeci de, tiyatro yazarı da, eleştirici de mahvolmuş demektir. Büyük mütefekkirin, büyük şairin, büyük romancının ve hikâyecinin çıkması için sizin sözlüğünüz zengin olacak, oturmuş olacak, tartışmasız olacak ve hangi dille yazmak gibi abeslerin abesi bir endişeyle önünüz tıkanmamış, ayağınız bağlanmamış olacak. Son on yıldır bu problemi düşünüyor ve hâl çaresi arıyorum. Biz hakikaten bu çıkmaz davadan, bu çıkmaz didişmeden ne kazandık? Öz Türkçe - üvey Türkçe, uydurukça gerçek Türkçe iddiasından ne kazandık?" Yukarıda tek kelimesine dahi dokunmadan aldığımız sözler, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof.Dr. Sadık Tural'a ait. Bir Elazığ seyahatimizde, Türk dilinin, edebiyatının ve aydınının problemleri üzerine sabaha kadar konuştuğumuz Tural'ın her sözü, beynimizi bir burgu gibi delmiş, dünden bugüne gelen ve eğer böyle giderse yarına da taşınacak olan bu sıkıntıların aynası olmuştu. Geleceğe söylemek "Büyük edip, mesajını, çığlığını hem yaşadığı zamana, hem de geleceğe söyler" diyordu özetle ve bugün yaşadığımız kısırdöngünün sebepleri üzerinde duruyordu. Bazı kavramların, terimlerin ve kelimelerin külliyen rest mantığına göre dışlandığı, bazılarınınsa kurtarıcı gibi hafızalarımıza yerleştirildiği gerçeğinden hareketle konuşan Tural, özetle şu konulara vurgu yapıyordu: * Ülkelerin gerçek aydınlarının doğruları olur, mukaddesleri olur. Onların hayata bakışlarının temelde esas aldığı değer olur. Buna bir şey demem. Birisi; "hayatın bütün sırrı, cihanı açıklayan asıl kavram maddedir" diyebilir. Öbürü de; "hayır, madde ikincil bir kavramdır, varlık öncelikle mânâdır" diyebilir. * En tehlikeli şey dilin ve dinin ideolojileşmesidir! Dilin ve dinin ideolojileştiği yerde bütünlük bozulur. Ana bütünlük gevşer. Sık, adeta iyi örülmemiş bir kazak gibi, iyi dokunmamış bir dokuma gibi olan toplum yapısı büzülür, birbiriyle çözülür ve düğümler arası bağlar kopar. Kamplaşma başlar. O zaman bütün insanların aynı metinden zevk almasını nasıl bekleyebilirsiniz? Aynı şiirden, aynı şeyleri duymasını yahut birbirine yakın şeyler duymasını nereden bekleyebilirsiniz? 'Bize ne düşer?' "Benim derdim insanımızdır. Birilerinin bunu bağırmasını da istiyorum. Edebiyattan anladığını iddia edenin kulağını tıkamasına, gözünü kapamasına da gönlüm razı değil" diyen Prof.Dr. Sadık Tural, edebiyatın hayatımızdaki yerini tesbit ederek, popüler tartışmalara da başka bir bakış açısı getiriyor: * Evvela şunda anlaşalım. Tarihin resmîsi, gayri resmîsi olmaz. Tarih, bizden, bizim şahidi olduğumuz zamandan geride kalan vukuatlar ve hayat ise, ister edebî tarafını ele alalım, ister ticarî, ister siyasî, ister askerî... Biz burada keyfimize göre hareket etme hakkına sahip miyiz? Böyle bir şey olur mu? Bu adamlar kalkıp bizi dava edemiyor diye önümüze gelene hakaret edebilir miyiz? * Edebiyat, fikir ve sanat dünyamız içindeki oluşumlar, birbirine uzak durmaktan nasıl alıkonabilir? Medya ne yapmalı, biz ne yapmalıyız? Biz, derken edebiyatı, fikri, sanatı bir geçim, kazanç aracı gibi görmeyen, dergi, kitap çıkaran okuma çilesinden zevk alan Ankara, İstanbul dışındaki insanları kastediyorum. Bize ne düşer? Düşünür, yazar... 7 Temmuz 1946 Kırıkkale doğumlu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğrenimini tamamladı. 1978'de edebiyat doktoru, 1982'de yardımcı doçent, 1988'de profesör oldu. 1984-88 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı'nda Kültür Planlamacısı olarak görev aldı; 10 ay Almanya'da Proje Başkanı olarak çalıştı. 1989'da Gazi Üniversitesi'ne geçti. 1993 yılında Başbakanlık Atatürk Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı'na atandı. Bu görevi sırasında 200'den fazla kitap, 60'a yakın süreli yayımın basımı ve 16 uluslararası toplantının gerçekleşmesini sağladı. 1996'da UNESCO Milli Komisyonu Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 28 Eylül 2000'de Atatürk Yüksek Kurumu Başkanlığı'na, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı uhdesinde olmak kaydıyla atandı. Tural, kültür hayatımıza 11 telif, 7 de müşterek imzalı eser kazandırdı. NOT Tural'ın yukarıya aldığımız görüşleri, Elazığ'da yayımlanan Bizim Külliye Dergisi'nin yeni sayısında da aynen yer alıyor. Mustafa Yağbasan'ın gerçekleştirdiği uzun söyleşi, son dönemlerde okuduğumuz en muhtevalı, en bilgilendirici metinlerden biri olarak okuyucularını bekliyor. 0 424 218 20 70- 218 53 32) ALKIŞ Tiyatro deyince akla hemen İstanbul geliyor; çünkü İstanbul, diğer sanatların olduğu gibi tiyatronun da başkenti! Anadolu'da amatör veya profesyonel sanatçıların sahneye taşıdığı oyunların, büyük şehirlerde temsil şansı bulamaması, büyük şehirlerin tiyatrodaki baskınlığını ön plana çıkarıyor. Devlet ve Şehir Tiyatroları ile özel tiyatroların adeta yarış halinde olduğu İstanbul'da, başka bir tiyatro geleneği daha dikkat çekiyor; belediye tiyatroları... Şehrin hemen hemen bütün ilçe belediyelerine ait bir tiyatro salonu, tiyatro ekibi ve izleyicisinin olduğu İstanbul'da, bu tiyatroların bol ödenekli, ünlü sanatçılı, medya destekli rakipleriyle yarıştığı gözleniyor. Yunus Emre Kültür Merkezi'nde çalışmalarını sürdüren Bakırköy Belediye Tiyatrosu da önemli kurumlardan biri. Birbirinden önemli projelere imza atan topluluk, bugünlerde Yılmaz Karakoyunlu'nun "Kuzguncuklu Fazilet" isimli oyununu sahneye taşımaya hazırlanıyor. Türkiye'nin bir dönem yaşadığı sosyal ve siyasal kirliliği gözler önüne seren "Kuzguncuklu Fazilet", "Salkım Hanımın Taneleri" gibi, yine Varlık Vergisi üzerine kurgulanmış bir eser. Turgay Kantürk'ün sahneye taşıdığı mizahî oyunu, önümüzdeki günlerde görmek mümkün. (0 212 661 19 41) EZBER Dil kervanı Kazazoğlu Ömer'e Döner de şehrine kervanlar Yıldızlar görünür Ufukta kandil Bozulur sihri karanlıkların Kanımda gül kandillenir "Işıklar rüya toplar yollardan" Her rüya bir başka tanıktır Bir başka tanıkla gelir Kuşanır sevdam, dillenir "Göklerden geçtim Bildim rüya nedir Dilinde derya nedir" Sır denizinde vuslat Serapa mey hanedir Orda maverada yaşanır Gönül çizgisinde naz Dil taşar lâl kadehinden Aşık içmekten usanmaz Açılır perde perde Sonsuz sefere pervaz Nur içilen o yerde Başlar tükenmeyen haz > Ali Öztürk (Bizim Külliye) den