Ali Ural, "bir göl nasıl uyandırılır bilmem/ neresine dokunulur/ bir taş atsam korkup sıçrar mı/ bilmem bir göl nasıl uyandırılır" diye soruyordu bir şiirinde... "Yeniden okuma"larımın bu ayki bölümüne, Ural'ın "Yangın Merdiveni" (öykü), "Posta Kutusundaki Mızıka" (mektup) ile "Körün Parmak Uçları" (şiir) isimli kitaplarını almıştım. Gördüm ki, bu üç önemli ve özellikli eseri yeterince okuyamamışım! "Körün Parmak Uçları", "bir göl nasıl uyandırılır bilmem" ama, "bir şiir nasıl uyandırılır"ı gösteriyor baştan sona... Ali Ural'ın, üç eseri de kendi imgesini, iç sesini, yorumunu bulmuş bir "erbâb-ı kalem"in usta işi çalışmalarını harmanlıyor. Aynı zamanda Şule Yayınları'nın sahip ve editörlüğünü de yapan yazar, yayınevinde çıkan kitaplarındaki titizliği kendi eserlerinden de esirgememiş. Zekayla kurgulanmış öyküler "Yangın Merdiveni", Ural'ın çeşitli dönemlerde kaleme aldığı 25 öyküye yer veriyor. Günlük hayatımızda karşımıza çıkan kavramlar ve olayları yalın ve fakat ustalıklı bir dille anlatan yazar, biletsiz yolcu, nöbetçi eczane, barkod, garson, pencere, mektup açacağı, sandık, orkestra, işportacı gibi isimler verdiği öykülerinde, incelikli bir ironiyle sesleniyor okurlarına. "Yangından arta kalanlara korkmadan bakabilenler" için söylediği öyküler şair titizliğini de ele veriyor; zekayla kurguladığı bir mizah anlayışını ise incelikli bir üsluba dönüştürüyor. Son dönemlerde okuduğum en farklı ve "sıkı" öykü kitaplarından biri "Yangın Merdiveni"... İnsanı anlatan mektuplar Ali Ural'ın bir diğer kitabı, yani "Posta Kutusundaki Mızıka" ise, edebiyatımızda önemli bir yer tutan "mektup" türünün başarılı örneklerinden biri. "Sevgili dost"a gönderilmek üzere yazılmış/yazılmamış veya gönderilmemiş bir mektubun kefareti oluğunu söylediği kitabında, şehirleri, yolculukları, edebiyatçıları, kendi ruh halini; ya da tam karşılığıyla, insana dair halleri kalemine doluyor. Bir kuyumcu titizliğiyle seçtiği kelimelerle öyle bir kurmaca gerçekleştiriyor ki yazar, zaman zaman konuşuyor, bazen kızıyor, bazen de uzun uzadıya "bir şeyler" anlatma ihtiyacı hissediyor mektuplarında. Keyifle okunan "Posta Kutusundaki Mızıka", "Sevgili dost, sana bu satırları ayı koparılmış bir göğün altında yazıyorum. Aşılı bir omuz gibi yeri hâlâ duruyor. Nerede yaşadığını bilmiyorum. Altmışbirinci mektup kefareti ödüyor" diye bitiyor. Benim gibi geç kalmamanızı diliyorum... (Şule Yayınları, 0 212 516 82 93) Posta Kutusundaki Mızıka'dan... 'Sevgili dost, Bugün yeni bir şey yap; bir iyilik kendine. Belediyede işçiysen bile, dikeceğin çiçekleri koyup bir yana, uzan toprağın koynuna. Seni gören her işçi, bıraksın o gün işini. Öbek öbek uyumaya gelsinler, rüyalarını anlatsınlar sonra patrona. Farkına var hayatın sen de. Bir sağa, bir sola gidip; dokun her şeye. Ağaçlara; kuşlara dokunamasan da, denize; balığa tutunamasan da. Banklara dokun, bankalara değil. Bugün bir iyilik yap kendine. Kendine dokun." ... "Sevgili dost, Bir şehrin en güvenilir yeri sence neresidir? Şehrin neresinde kendimizi güvende hissedebilir, mızraklardan ve oklardan emin olabiliriz? Yalnız paltomuzu değil, zırhımızı ve sadağımızı da bırakacağımız kapı hangisidir? Hangi pencere açıldığında rüzgarı bizi üşütmüz? Hangi merdiven çıkıldığında yormaz kalbimizi?..."