Zaman zaman dergilerle ilgili yorumlar yapıyorum ve bazı dergi isimlerini ön plana alıyorum. Durdukları nokta itibariyle, yarına önemli model ve metodlar sunan bu dergiler arasında rahatlıkla adını zikredebileceğim Yedi İklim de böylesine önemli bir kaynak. Kaynak diyorum, çünkü, yayımladığı -özellikle- özel sayılarla bunu fazlasıyla hak ediyor. Birkaç yıl önce biyografi ağırlıklı özel sayılarına, şehir ağırlıklı dosyaları da ilave eden Yedi İklim'in yeniden aslî vazifesini hatırlamış olması sevindirici... Birçok dergi çıkıyor ülkemizde; hepsi de farklı seslerin temsilcisi olma iddiasında fakat görünürde, pek çoğu aynı şarkıları söylüyor. Belki çokkültürlülüğün gerektirdiği bir şey diye düşünüyorum bu durumu, rahatlatmıyor. Tebessüm makinesi Yedi İklim, aynı "iklim"den türküler söylüyor çoğu zaman. Fakat farkını da ortaya koyarak... Ali Haydar Haksal'ın uzun yıllardır büyük bir fedakarlıkla omuzladığı bu yükün bazen iyice bunalttığı anlar olduğunu hissediyorum ama aksamadan okuyucularıyla buluşmayı sürdürüyor dergi. Yedi İklim, 138 ve 139. sayılarını birleştirerek "Nasreddin Hoca Özel Sayısı" adıyla yayımlandı. İyi de oldu! Bize has bütün değerlerin yerine yabancılarını ikame etmeye başladığımız dönemlerin en çılgın ve acımasızını yaşıyoruz. Bu değerler manzumesinin içinde belki de en üst sıralarda duran Nasreddin Hoca'ya gözünü kapatan ve çocuklarının kulağını ithal esprilerle donatan ebeveynler kadar, onlara bu değeri unutturan yazılı materyallerin de suçu var diye düşünüyorum. Nasreddin Hoca'yı sadece bir gülümsetme makinesi gibi görenlerin, böylesine popülist bir yaklaşımla onu günlük hayatında yüceltenlerin Hoca adına yarına bırakacakları pek bir şeyin olmasa gerek. Bizden söz etmek İşte Yedi İklim, herhangi biri olmayan Nasreddin Hoca'yı bütün yönleriyle ele alan yazıları sunuyor sayfaları arasında. N.Ahmet Özalp'in dediği gibi: "Sözün özü şu: Hoca'dan söz etmek, 'biz'den, insanımızdan söz etmek demektir. Ve Hoca'ya ilişkin her çalışma, onun kadar 'biz'im de tarihsel ve toplumsal oluşum sürecimizin, kimlik ve kişiliğimizin bir yönünü aydınlatacaktır." Türk edebiyatında bu zamana kadar biyografi çalışmaları dışında, Nasreddin Hoca'yı ilk kez böylesine geniş hacimli ve kuşatıcı bilgilerin yer aldığı bir dergiyle yadetmiş oluyoruz. Okura düşen ise, sağlıklı bilgilerle oluşturmaya çalıştığı dağarcığına estetik kaygı ve bilgi kazandıran kitap ve dergilere sahip çıkması. Yedi İklim, bu sahiplenmeyi hak eden bir dergi... Hem araştırmacılara, hem de Nasreddin Hoca'yı doğru tanımak isteyenlere bulunmaz bir fırsat... (0 216 346 65 78, yediiklim@go.com) Dergiden yansıyan Fazla söze gerek yok sanırım. Hasan Aycın'ın o nefis Nasreddin Hoca karikatürüyle başlayan Yedi İklim'in sayfalarını çevirelim isterseniz. Karşımıza çıkan bazı isimler ve yazı başlıklarının şöyle sıralandığını göreceğiz: Ali Haydar Haksal "Bir Medeniyetin Gülen Yüzü" Şaban Abak "Bir Alperen Olarak Nasreddin Hoca Efendi" Seyfettin Ünlü "Nasreddin Hoca Bize Ne Söyler?" M. Sabri Koz "Bazı Eski Basma Kaynaklardan Nasreddin Hoca Üzerine Notlar" Mustafa Duman "Bulgaristan'daki Nasreddin Hoca ve Kurnaz Peter" H. Süleymanoğlu Yenisoy "Rumeli'de Nasreddin Hoca" Lamiya Haciosmanoviç "Boşnakların Geleneğinde Nasreddin Hoca" Alim Yıldız "Nasreddin Hoca'nın Tasavvufî Yönü" Konur Ertop "Nasreddin Hoca Fıkralarının Dönüşümü" Selçuk Çıkla "Nasreddin Hoca Adına Uydurulmuş Fıkralar" Hüdai Can "Hoca Nasrettin Coğrafyası"... İBRETÜzüm çubuğu Efendi, üzüm çubuklarını sıra sıra dikiyormuş. Bunu gören dostlarından biri: - Onlar ne zaman yetişir, ne zaman ürün verir? Senin bu yakınlarda bu üzümden tadabileceğin bile şüpheli, demiş. Efendi de: - Doğru söylüyorsun. Diktiklerinden yedik, diktiklerimizden yesinler, demiş. EZBERGülistan güneşte kuruyan bembeyaz mendiller gibi benim de kirli ellerimi katlayıp göğsüne koyan kız kardeşim olmalıydı ayışığı düşmüş üstüne gecenin adresini bulamayan o kayıp sevginin bir ismi de kız kardeşim olmalıydı leylak kokulu bir sabah yüzümde dersine geç kalmış bir çocuk telaşı gül kurusu parmaklarıyla saçlarımı tarayan kız kardeşim olmalıydı gülistan demiş o kıza babam yüzünü her daim ezbere bilirim gözyaşlarımı avuçlarında saklayan kız kardeşim olmalıydı * Gökhan AKÇİÇEK ALKIŞBir kazma da Foça'ya! Kim ne derse desin, Türkiye'de iyi şeyler de oluyor. Bir tarih havzası olan topraklarımızın altında binlerce yıldan beri uyuyan değerleri gün ışığına çıkarmak amacıyla başlatılan kazı, araştırma veya envanter çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor. Japan Tobacco International-Türkiye'nin (JTI) maddi katkılarıyla 1998'de Foça'da başlatılan Pers mezar anıtı restorasyonu tamamlandı. Açılışını Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın gerçekleştirdiği anıt, Foça-İzmir karayolunun 7. kilometresinde yer alıyor. Persler'in Phokaia'yı ele geçirdiği tarihten (M.Ö. 546) kısa bir zaman sonra yapıldığı sanılan Pers mezar anıtının yapımı ile ilgili kesin bir tarih verilmiyor. Taş ev veya taş kule olarak da adlandırılan anıtın gün ışığına çıkmış olması, tarihimize yapılmış önemli bir katkı olarak değerlendiriliyor. Prof.Dr. Ömer Özyiğit'in başkanlığında başlatılan ve bütün hızıyla devam eden kazılar tamamlandığında ise Athena ve Kybele gibi anıtlar ile dünyanın en eski tiyatrosunun bulunduğu bir açık hava müzesi de ortaya çıkarılmış olacak. Ne diyelim, darısı ülke coğrafyasının diğer bölgelerinde kazma darbesi bekleyen eserlerin başına...