Kültür vadisi GÜMÜŞHANE

A -
A +

Karadeniz Yazarlar Birliği Başkanı İbrahim Hakkı Gündoğdu'nun daveti üzerine yollara düştük. Davet, KYB'den gelmişti ama sevgili dost Talat Ülker'in Gümüşhane'de düzenlediği şiir gecesine katılmak üzere çıkmıştık yola. Ertuğrul Aydın, İbrahim Hakkı Gündoğdu, Harun Yavruoğlu, Mehmet Aycı, Nazir Akalın, Hayati Ayçiçek, Hayrettin Orhanoğlu, Adem Konan, A. Coşkun Hirik, M.Ali Çubukçu ve Turan Tuğlu ile buluştuğumuzda, küçük/şirin şehrin soğuklarla tanışan çehresini unuttuk bile... Gümüşhane Belediyesi'nin canla-başla ürettiği, halkın yararına sunduğu hizmetlerin arasına şiirin de girmiş olması sevindiriciydi. Sevindirici olan başka bir şey de, valilikçe, bu etkinliklere destek olunması. "Kültür Vadisi" olarak bilinen Gümüşhane'nin evleri, kapı tokmakları, manileri atasözleri, deyimleri, kuşburnu, şelalesi, tabii güzellikleri, Kadırga Yaylası, el sanatları... En az şiir kadar anlamlı ve en az onun kadar olağanüstü... Bu nasıl şehir? Şehre girdiğimizde ilk izlenimimiz, yıllardır Gümüşhane diye sayıkladığımız şehrin tamamının burası olup olmadığını kavramaya çalışmaktı. Dağların eteklerine uzanmış sıra sıra eski-yeni evleri, tek ve önemli caddesi, tipik Anadolu şehri havası ile yansıttığı kültüre alışmamız zor olmadı. Hele, başkanlık binasında içtiğimiz kuşburnu çayı, tam anlamıyla nerede olduğumuzu bir kere daha hatırlattı. Karadeniz bölgesinin doğusunda kurulan Gümüşhane'nin doğusunda Bayburt, batısında Giresun, kuzeyinde Trabzon, güneyinde ise Erzincan bulunuyor. Tarihi M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanan şehrin Türkler tarafından fethedilmesi 1058 yılında Tuğrul Bey'in ordusuna nasip olmuş. Daha sonra çeşitli Türk beylikleri arasında el değiştiren Gümüşhane, en son Akkoyunlular'ın hakimiyetine girmiş. Fatih'in emriyle... Fatih Sultan Mehmed'in 1473 yılında Otlukbeli'nde Akkoyunlular'ı yenmesiyle Gümüşhane, kesin olarak Osmanlı hakimiyetine girmiş. Hatta, Kanuni Sutan Süleyman, İran seferine giderken şehirden geçtiğinde, bugünkü Süleymaniye Mahallesi olarak anılan yere eski Gümüşhane'nin kurulmasını emretmiş. Evliya Çelebi, 1647'de Gümaşhane'yi ziyaret iettiğinde gümüş madenlerini kayda geçirmiş ve halen 70 kadar gümüş maden ocağının varlığını yazmış. Katip Çelebi de "Cihannüma"sında Gümüşhane'de gümüş, altın ve bakır madeni çıkarıldığından söz etmiştir. Gümüşhane, bu dönemlerde Erzurum'a bağlı bir kaza iken, Tanzimat'tan sonra yapılan idari düzenlemede Trabzon'a bağlanmış, 19 Temmuz 1916'da Ruslar tarafından işgal edilmiş fakat 15 Şubat 1918'de işgalden kurtarılarak 1925 yılında il haline getirilmiş... Yolunuz düşerse... Zigana Dağları ile çevrili bu olağanüstü güzellikteki şehrimizde bulunmak, bu topraklar üzerinde dolaşmak, Süleymaniye Mahallesi'ndeki eski evleri, şehrin birçok yerindeki konakları ve camileri görmek, geçmişe dair hatırlayabildiğimiz kodların ne kadar anlamlı ve vazgeçilmez olduğunu bir kere daha isbat ediyor. Eğer yolunuz düşerse -ki gezi programlarınıza almanızı tavsiye ederiz- Sarıçiçek Köyü evleri, Keçi ve Kov Kalesi, yarım eski minaresi, Sanlar, A.Erkan Kocatürk, Zekeriya Aktürk konakları, Tohumoğlu köprüsü, Santa harabeleri, Olucak Manastırı, Çakırkaya Kilisesi, Satala yerleşimi, Kadırga Yaylası (ve eğer denk gelirseniz şenlikleri), Zigana Dağı, Karaca Mağarası, Tomara Şelalesi, Ümit Gölü, kitabeleri, türbeleri ile farklı bir güzellik sergileyen Gümüşhane'yi mutlaka gezmelisiniz. Sadece tabiatın değil, insanların güzelliği, yetkililerin hizmete aşık mütevazılığı ile farklı bir Anadolu manzarası ile karşılaşılan Gümüşhane'de, bir şehrin dünden bugüne nasıl geldiğini görmek isterseniz, Gümüşhane Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Engin Doğru veya Belediye Başkanlığı'ndan Talat Ülker'in kapısını çalabilirsiniz. İz bırakanlar Gümüşhane sadece tarihi ve tabii zenginliği ile değil, bağrından çıkarıp ülke kültürüne kazandırdığı değerli isimlerle de anılan bir şehrimiz. Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi, Hasan Fahri Polat, Kamil ve Şeref Akdik, Alemdarzade Ali Rıza Efendi, Tahir Güner (Hoca Tahir Efendi), Karaağazade Tayfur Efendi, Bedrettin Tuncel'in yanısıra yazar ve şair olarak da şu isimler dikkat çekiyor: Cihan Asan, Mehmet Ali Atasoy, Mehmet Atay, Hüseyin Nihal Atsız, Dilaver Cebeci, Zekeriya Çavuşoğlu, Mehmet Ali Çubukçu, Mustafa Demirci, A.Coşkun Hirik, Niyazi İpeksümeroğlu, Fatih Kesler, Ahmet Erkan Kocatürk, Vasfi Mahir Kocatürk, Sabahattin Kömürcüoğlu, Nuri Baba (Aşık İlhami), Hasan Odabaş, Baha ve Yüksel Önem, Nurettin Özdemir, Şinasi Özdenoğlu, Erol Nedim Pehlivan, Hasan Pir, Nursel Saygıner, Erdoğan Selçuk, Hasan Soydaş, Akif Timurhan (Aşık Zevraki), Hasan Temel, Necmettin Tozlu, Turan Tuğlu, O.Nabi Üçüncüoğlu, Talat Ülker, Zülfikar Yapar, Hüseyin Yeniçeri, Özcan Yeniçeri, Cemil Yıldız... YORDAM Bir lisanı tanımak, biraz da onun kelime kadrosunu ve tercihlerini tanımak; Türkçe'nin gidişatı, daha şimdiden kendinden daha yaşlı kuşakları anlamakla acze düşen, sözlük kullanmaktan üşenen, az kelime ile konuşan ama yazamayan kuşakların eline kaldığımızı gösteriyor. Hariçten bakılınca biz Türkler, bir lisan konuşuyor ve onunla yazıyor gibi görünüyoruz ama lisan şuurunu kaybettiğimiz açık bir gerçek... * A.Turan Alkan EZBER Ölüm kefensiz ölüler giyiyor hayat kupkuru bir yaprak olunca zaman mezar taşlarında soğuk isimler kızaran güllere bakar maziden ölüm bırakıp yemeğe koştuğum oyun çekiyor boşluğa ayaklarımı kaçmak nafile çivileri sökülüyor tahtanın gıcırdayan ürpertidir soluğum kesilmiş parçalanmış kan kokuyor beyazım toprağıma meltemini üflüyor çocuk ruhum sımsıcak omzumu terazide unuttum koştum kavuran çöllerine günahın liva'sız başıma kırgın ayet sesleri pişmanım * M.Şamil Baş (Kırklar'dan)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.