Kültürel zavallılık

A -
A +

Her Batı ülkesinin bir kültür başkenti var. Almanlar Berlin'i, Fransızlar Paris'i, Avusturyalılar Viyana'yı, Macarlar Prag'ı, İtalyanlar Venedik'i, İngilizler Londra'yı, Hollandalılar Amsterdam'ı vb. dünyanın diğer ülkeleriyle boy ölçüşebilecek birer kültür şehri yapmayı başardılar. Bu şehirler, sadece kütüphaneleri, müzeleri, sivil ve dinî mimarisi değil, kültür ve sanat etkinlikleri ile de saygınlık kazandılar. Avrupa'ya her gittiğimde, o kenti gezdiren rehberlerin, cümle başlarında neden hemen sinema, tiyatro ve opera binalarını gösterdiklerini; müzelerden söz ettiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü, gerçek şehirlilik, kültür ve sanatı özümsemeyle -hatta bütün hücrelere kadar- kendini ortaya koyar, gelişir... Türkiye'nin kültür başkenti İstanbul'a bakarak, yüksek sesle düşünmeye başlayalım: Ulaşım altyapısı tamamlanmamış; mimarî dokusu zedelenmiş; tarihî sokakları otopark mafyası tarafından işgal edilmiş; dünyada eşine rastlanmayan güzellikteki Boğaziçi'si çok katlı beton binalar tarafından kuşatılmış; kültür ve sanat mekânları sadece Taksim, Beyoğlu (Pera) ve biraz da Nişantaşı'na sıkıştırılmış; varoşları bulunduğu şehri hazmedememiş yığınlarca insan tarafından yutulmuş; şairine, yazarına saygı gösterilmeyen ve hatta onları dışlayan bir medya imparatorluğunun acımasızlığına terkedilmiş vb... Şimdi böyle bir fotoğrafta Batı dünyasının kültür başkentleri ile İstanbul'u nasıl yan yana koyacağız? Ülkemizin kültür ve sanat hayatını elinde bulunduran küçük mutlu azınlığın, sıkışıp kaldığı Pera'nın dışına çıkmamaması, mahallî idarelerin sadece seçimden seçime akıllarına getirerek hareketlendirmeye çalıştığı kültür ve sanat merkezlerinin zavallılığı, gazete, dergi ve televizyon ekranlarında boy boy sûretleri yansıtılan iri iri (!) edebiyatçıların kurguladığı bir kültür, sanat ve edebiyat dünyası hangi anlama gelir? Refik Durbaş anlatmıştı: Batı Berlin Parlamentosu Kültür Bakanı bir akşam, biz Türkiyeli konukları için bir resepsiyon verdi. Berlin'de operadan baleye, şiir söyleşilerinden sokak konserlerine kültür aktivitelerini anlattı. Bütün bunlar muazzam bir parasal kaynağı işaret ediyordu. Söz arasında sormuştum: - Sayın Bakan, bütün bu işler için parayı nereden buluyorsunuz? İki sözcükle yanıt verdi: - Kağıt, teneke ve şişeden. Sonra da açıklamıştı: - Berlin içinde çöpe atılan sandviç, el ilanı, gazete gibi her türlü kağıt, meyve suyu, konserve kutuları gibi tenekeler, hatta cam kırıkları, şişeler... Bütün bunlar Berlin Belediyesi tarafından toplanıyor, daha sonra paraya dönüştürülüyor ve bu para da yalnızca kültür ve sanat aktiviteleri için kullanılıyor. Bu paranın karşılığı da o zamanın değeri ile yaklaşık 40 milyon marktı... İstanbul, Türkiye'nin kültür başkenti... Tarihi, birçok Avrupa kültür başkentinden daha eski olan bu medeniyetler kavşağının kültür ve sanat hayatına bakarak, zenginlik içinde nasıl fukara durumuna düştüğümüzü lütfen bir kere daha düşünelim. Sadece, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yıllardır aynı isimlerle, aynı muhtevada ve aynı mekanlarda yaptığı iddiasız, "körler-sağırlar diyaloğu" kabilinden kültür, sanat ve edebiyat etkinlikleri -ki bu etkinlikleri de ayrıca ve acımasızca tartışmak gerekiyor- ile İstanbul, Türkiye'nin kültür başkenti olamaz... Başta Büyükşehir Belediyesi ile İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı olmak üzere dernekler, vakıflar, kültür kuruluşları, araştırma merkezleri, tiyatrolar, sinemalar, gazeteler, televizyonlar, radyolar ve konuyla ilgili bütün kurum, kişi ve kuruluşlar, teknik olarak Batı kültür başkentlerinin izlediği yoldan giderek yeni bir politika belirleyebilirler ve elde ettikleri sonuçları bütün ülke için uygulanabilir bir programa dönüştürebilirler. Yoksa bu anlamsız zavallılık, gelecek on yıllar boyunca da üzerimize yapışmış kirli bir elbise gibi sırıtıp durur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.