Neden böyle?

A -
A +

Ordu'dan, doğduğum topraklardan ses veren İsa Yâr dostumuz, "Soruları severim. Eğer 'ağır' olursa" yazıma kendi üslubunca katkı sağlıyor. Hem cevap veriyor bir anlamda, hem de bir adım öteye götürüyor düşüncelerimi. O da biliyor ki, pergelin diğer ayağında sabitlenmiş olsak bile aynı yörüngede yakıyoruz bütün gemileri; aynı yörüngede örüyoruz gergefini özlenesi gerçekliğin... "Sahi neden böyle?" diye soruyor, üç noktası başına konulmuş kocaman bir soruyla. Benim de cevabını bulmakta güçlük çektiğim ve çoktandır sormaktan korktuğum bir soruyla hem de... *** Kuşkusuz, büyük bedeller ödeyerek tamamlıyoruz görevimizi; iyilikler ve kötülükler arasında kıstırılmış, kışkırtılmış her ne var ise oluşumuza dair, insan olmaklığımıza elbette perde değil. Ve fakat bütün bu kıskançlıkların, anlaşılmazlıkların, hodgamlıkların, serkeşliklerin, komplekslerin sona ereceği gün müjdesini yaşayarak aralıyoruz her sabah güneşi. Kâbus ve zulüm bitmesin varsın; ümit denen burak koruyor inancımızı... *** Sahipsizliğimizin, sathî daralmamızın, yanmadan/ pişmeden küstahca caka satmalarımızın hesabını vermeyecek miyiz, sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz!... *** İsa Yâr dostumuz, işte bu pencereden fotoğrafını çekiyor hâl-i pür melâlimizin; paylaşıyorum: "Yazınızı okuduktan sonra (pazartesi ilk okuduğumuz yazıdır), ne yazacağım üzerine biraz düşündüm; çünkü, o ağır soruların cevapları sizce malûm. Uzun bir mevzû. Bulunduğunuz yerde (irtifada) 'tanık' olan sizsiniz... Sahi neden böyle? Sahip olduğumuz/ tevârüs ettiğimiz kültür mirası ve mensubu bulunduğumuz medeniyetin, her sahada (söz sanatı dahil) vardığı irtifadan sonra, bugün, zaaf gösterdiğimiz her şeyde olduğu gibi; sanat, edebiyat, fikir, ifade, adam gibi yaşama vb. alanlarda da daralma/ nakısa söz konusu. Dilimizin, Türkçe'mizin son zamanlarda yazı/ konuşma faaliyetinde 'popüler' kültürün yansımalarıyla sahipsizliği, okumayışımız, malûmatfuruşluktan öte insana- hayata dair düşünmeyişimiz, sığ-sathî konularda takılıp kalmamız gibi bir çok sebepten dolayı ve dahası; talebe olamadan, yanmadan- pişmeden, bir rahle-i tedristen geçmeden, bir insan-ı kâmilden edep dersi almadan ortaya atılıp, 'ben de yazdım' edasıyla köpek nefsin oyuncağı olan kişi/ kişilerden ne beklenebilir? *** Kalemin ve kelâmın mesuliyetini idrak edemeyen, okur olmadan yazar olan, ana diline vukufla sahip olamayan ve üslûp oluşturamayan sonra 'popüler' yollarla 'tanınmak' isteyen ve bu maksatla 'ağır sorulara' muhatap olan ama cevabından kaçan şair ve yazar adayları! Ancak; bu kurak zeminde, bu dilsizlik çukurunda, gelenekten kopuşta, tarih şuuruna sahip olmamakta, yani; adam gibi yetişememekte kusur sadece eline kalem alan meczupların mı? Okur olmanın imtiyazını her zaman tercih etmişimdir. Okurken; talep eden, anlamaya çalışan, cehaletini idrak eder insan. İş yazmaya gelince, yazınızda o ağır sorular devreye girer ve öyledir. Bu bir ahlâk meselesidir. Okurken, insan kendisi. Yazarken, daha fazla bir şey gibi; yarışa katılmış, kendine yol açmaya çalışan birisi... Ve muhatabınız yüreğinizi tanımıyorsa, sizin samimi/ insanî sesinizi, sahte- menfaatperest olanla karıştırabilir çünkü, ikinci guruptakiler daha kalabalık. Hele bahsettiğiniz gibi: 'fildişi kulelerine tünemiş konformist, oportünist, pragmatist ve makyavelistlerin yönetip/yönlendirdiği edebiyat dünyası'nda. O sebepledir ki, taşranın daha samimî muhitinde bana 'şair-yazar' diyen dostlarıma -ki hepsi demez, müthiş münekkiddirler ve edebiyatı da iyi bilirler- bütün samimiyetimle; iyi bir okur olduğumu ifade ediyor, şiir-deneme yazmak isteyenin yazması lüzûmunu belirtiyor ancak, her yazanın şair- yazar olmadığını ifade ediyorum. Nâdanlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz Divânelerin hem-demi divâne gerektir." *** Şimdi yeniden soruyorum: "Sahi neden böyle?!.."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.