Ordu'yu seviyorum

A -
A +

Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür" der, şair Erdem Beyazıt... Çünkü şehirlerin de ruhu vardır. Onlar da küser. Onlar da konuşur. Onlar da susar. Kendilerini unuttururlar bazen. İsyan ederler. Kıskanırlar. En çok da hak ettikleri değeri görmediklerinde içlerine çekilirler. Kapanırlar. Her şehir kendi gerçeğini yaşar. Acılarını kuşanır. Sevinçleriyle haykırır... Şehirleri güzelleştirenler insanlardır. Vefalı ve sorumlu insanlar. Şehirlerini 'yüce' yapanlarsa, ona sahip çıkan idarecileridir... Bedenimizin herhangi bir uzvu gibidir şehirler. Beynimizden ve yüreğimizden çıktıkları anda binlerce hücremiz ölmüş gibi sarsılırız, sarsılmalıyız. Ne kadar uzakta dursak da bizi kuşatırlar. Kendilerine çekerler veya uzak tutarlar kendilerinden... "Ordu'm, aç koynunu ben geldim diyeceğim" dizesiyle doğduğum şehre olan hasretimi dile getirirken, sanki, içimde küçük bir yanardağ patlamıştı. Şehrime küsmüştüm. Şehrim de bana... Ondan uzaktım çünkü. Ondan uzak durdukça onun da bana uzak olduğunu bilmeme rağmen bir türlü yürümemiştim ona doğru. Bunun suçlusu ben değildim. Şehri kuşatan birtakım insanlardı. Beni burada, yalnız başıma bırakan, doğduğum şehre ait olduğumu hatırlatmayanlardı. Çocukluk arkadaşlarımdı. Akrabalarımdı. Mahalli idarecilerimdi. Atanmış büroktratlarımdı. Onlara, "ben buradayım, her zaman" dedikçe, "aman bize bulaşmasın yeter" diye düşündüklerini tahmin ettiklerimdi. Şükür ki, bu dönem bitti; çok mutluyum... Ordu İli Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne getirildikten sonra başdöndürücü bir tanıtım ve kültür faaliyetine girişen sevgili hocamız, dostumuz, ağabeyimiz Muzaffer Günay, bu küskünlüğe son verdi, o yüzden mutluyum. Geçen hafta içinde birbiri ardınca aldığım Ordu dosyalarının içinde bulunan tanıtım CD'si, harita, karton kit, dergi ve el broşürlerine bakarken gözlerim buğulandı. Doğduğum fakat sonradan eğitim için koptuğum şehre dair ne kadar çok şeyi bilmediğimi görerek hayıflandım. Ulugöl'ü, Hoynat Adası'nı, Karaoluk Şelalesi'ni, Taşbaşı Kilisesi'ni, İteniçi'ni, Perşembe Yaylası'nı, Oktamış Şelalesi'ni, Kurul Kayaları'nı, Zile Obası'nı, Turnalık'ı, Boztepe'yi, Ericek Yaylası'nı ve daha birçok mekanı yeniden tanıma ihtiyacını hissettim. "Ordu'nun tarihi bir geçmişi yoktur" diyenlere inat, şehrin 3 bin 700 yıllık tarihini yeniden gözler önüne sermek için kolları sıvayan Günay ve ekibine ne kadar teşekkür etsem azdır. Fiziki kalıntıları ile varlığını bugün de sürdüren Eskipazar'ın, 700 yıl önce Ordu'nun merkezi olduğunu anlatan belgeler ve Karadeniz bölgesinde ilk tiyatronun 1908 yılında şehrimizde kurulduğunu isbat eden dokümanlar şehrime ne kadar haksızlık ettiğimi bir kere daha gösterdi bana. Mahalli yemekleri, her köyünde yaşayan farklı folkloru, tabiat güzellikleri, yayla şenlikleri, birbirinden değerli plajları ile Ordu, ülkemizin ihmal edilen köşelerinden biri olarak ilgi bekliyor. Çiçeği burnunda Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay'ın öncülüğünde, Vali Yardımcısı Metin Arslanbaş'ın desteğiyle hazırlanan bütün dokümanlar, "inci gerdanlık" gibi Karadeniz boyunca uzanmış güzel şehrime yeniden ve her zamankinden büyük bir aşkla bağlanmamı sağladı. Başta Ordu Valisi sayın Kemal Yazıcıoğlu olmak üzere, kendi haline terkedilmiş şehre yeni bir nefesle üfleyen Muzaffer Günay ve onun hizmetlerini anlayıp destekleyen bütün herkese sonsuz teşekkür ediyor, bu hizmetlerin haleler şeklinde yayılarak diğer illerimize de örnek bir kültürel kalkınma modeli oluşturmasını diliyorum...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.