'Sahih şiir' veya Mustafa Özçelik

A -
A +

Sahih şiirin izini sürmek" veya "sahih şiire yol açmak" deyimlerini kullanırken, "sahih" kelimesinin neyi anlatması gerektiğini uzun zamandır düşünüyorum. Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde, "sahih"lik, "gerçek, doğru, sağın, hakikî" karşılıklarıyla açıklanıyor. Acaba "sahih şiir" tamlamasını, "gerçek şiir", "doğru şiir", "hakikî şiir" gibi kullanırsak ne 'olur'u hiç düşünmedim doğrusu ancak, "büyük şair" veya "sahih şair" arasında derin farklılıklar olduğuna inandım. Yani sahih şair; görgüsü, bilgisi ve diğer bütün donanmışlıklarıyla itibar gören, üreten, kabul edilen şairdir. Dolayısıyla buradaki "sahih"lik kavramı, doğuyu ve batıyı aynı anda -aynı oranda olmayabilir- içine almalıdır. Hilmi Yavuz, "Bizim entelektüel tarihimiz, 18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başından itibaren hem gelenekselliği hem de modernliği içeren bir tarihtir. Yani hem Doğu'yu hem Batı'yı içeren. Dolayısıyla Türk edebiyatçısı, bu entelektüel tarihle bütünleşmek ve uyum içinde olmak zorundadır" diyor. Şiirin ana izleklerinden yola çıkarak, bu tesbit bizi "sahih şiire" veya "sahih şaire" doğru götürür mü, tartışabiliriz; fakat, bir şeyi daha tartışmaya açmamız gerekiyor; sahih şiir, sadece muhtevadan kaynaklanan entelektüel bir durumu mu belirler, yoksa şiirin fizikî (mısra, kıta, kafiye vesaire) gerçekliğiyle de ilgili midir? Şiirimizin bugünkü çaresizliğinin temelinde, bence, bu tanımların yeterince ve yerli yerince yapılamaması yatıyor. Sahih şiire damar açan eski-yeni ustaların isimlerini vermek yerine; ben, bugün burada, Türk edebiyatının dikkatle izlenmesi gereken sahih şairlerinden birinin şiirini sizinle paylaşmak istiyorum. Kütahya'da yaşayan ve merkezin bütün oyunlarından uzak kalmayı başararak -hatta becererek- kozasını sessiz ve derinden ören Mustafa Özçelik'in, "Ay Vakti" dergisindeki (ocak 2005) "Çocukluğum" isimli şiiri, benim izini sürdüğüm sahih şiire anlamlı bir pencere aralıyor. Özçelik şiirinde, kendi entelektüel tarihinin bir 'resmigeçidi'ni sunarken, bugünkü Türk şiirinin zorlama kalıplarından, üslup kaygılarından (aslında kabızlığından demeliydim), kelime avcılığından uzaklaşarak, pekalâ, mesela bir Edgar Allen Poe içtenliğiyle yansıtıyor kalbindeki heyecanı... Lütfen, siz de benim gibi, müthiş bir teslimiyetle okuyun "Çocukluğum"u... Çocukluğum zaman aralıklarında Elma ağaçlarından çiçekler devşiren bir yüz Kar mı yağmış dağların yarasına Ne kadar hızla geçmiş zaman Gözlerimiz kamaşsa da Hepsini unutmuşuz Gecesi uzun süren bir kaderdi yaşamak Sürgün kapılarında Ay şafağa ne kadar yakın olsa da O kadar uzaktaydı hayat Taşlı yollarda yürümüş Çokça yorulmuşuz Yüreğimde toplanmış bütün acılar Neden sonra yolların arasından Kaybolmuş eski adresler birer birer Deli bir rüzgâr esip geçmiş de Yapraklar gibi savrulmuşuz Şimdi bu serin gecenin gölgesinde Ölümün kapısında yorgun bir süvari Heybesinde bir avuç toprak Aya ve yıldızlara son defa bakarak Bir gülü kokluyor son bir umutla Geçiyor dediğimiz zaman bitmiş aslında Şimdi bir ıhlamur dalında Yorgun iki serçe Kim duyabilir ki seslerini Kim kaldırır başını göğe doğru Yıldızları çoktan unutmuşuz

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.