Sevgi ilmi...

A -
A +

Sevmeyen insan yaşayabilir mi? Kalbinde herhangi birine veya herhangi bir şeye karşı muhabbet beslemeyen insanın ölüden farksız olduğunu söylemek, abartı olmaz. İnanarak sevgiye sarılmak belki birçok kötülüğü içimizden söküp atmaya ve toplumu fertlerden başlayarak biraz daha esenliğe çıkarmaya yarayabilir. Aynaların görevi nedir? Saçımızı ve kıyafetlerimizi düzeltmekten başka neden bakma ihtiyacı duyarız aynalara? Ya da bunlar dışında bakar mıyız? Aynalar, kendimizle yüzleşmek için vardır. Kendi gözlerimize bakarak, hiç kimseye söyleyemediklerimizi söylemek, hiç kimseden isteyemediklerimizi istemek için biraz da... Aynaya bakmaktan korkan insanların, aslında kendinden korktuklarını bilmeliyiz. Aynayla barışık olmayanların çevresindekilerle de barışık olmadığını... Aynada kendi cemalini görüp, kendine muhabbet duymayanların, başkalarına da sevgiyle yaklaşamayacaklarını... *** Nurettin Topçu, "Sevgisi olmayan hakikate ulaşamıyor, gerçeği bilmiyor ve tam sevgi, gayesine ulaşmış sevgi, sonsuzluğun sevgisidir. Bu sevgi vücutta geçer, bedenden taşar, fani varlıktan kaçar. Ruhu derinlerine doğru kazıyarak orada gaye olarak yine kendini arar. Gerçek aşkın sahipleri, ne servetin, ne şöhretin veya tamaşanın, ne de ilmin ve sanatın aşıkıdırlar. Gerçek aşıklar, aşkın aşıklarıdır..." der. Gerçek aşkı, aslında bir "aşkınlık" olarak görmedikten sonra, gerçek sevgiyi, Mutlak olana yönelme olarak algılamadığımız sürece bir ilme sahip olduğumuzu iddia edemeyiz. Eşyanın veya kısacası dünyanın bütün görünür hallerinin üstünde bir sevgidir aslında kişiyi tam yapabilecek olan... *** Sevgi, imandandır. Dünyanın bütün değerlerine sırtını dönmüş bir adam için, makamın, paranın, şöhretin hiçbir anlamı yoktur. Sevgi ilmini tam anlamıyla idrak etmiş bir ruhun, O'nun gerçekliği karşısındaki titremesidir sevgi. Ve gerçekte de bu olmalıdır. Fuzuli'ye, "Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir?" mısraını söyleten bu "aşkın" sevgi, tereddütlerden, korkulardan ve cümle kötülüklerden arın(dırıl)mış bir ruhun yansımasıdır aslında. Gerçek aşkın peşinde koşarken, bu gerçekliğe eriştikten sonra aşkın bizim peşimizden koştuğunu biliyoruz aslında; ve gariptir, bundan korkuyoruz. "Önceleri ben aşkın arkasından koşuyordum, şimdi o benim peşime düştü" diyen Mevlâna, acaba, aşk denizindeki gemisinin rotasını kime yöneltmişti dersiniz? *** Çocuklarımızı sevdiğimiz halde başkalarının çocuklarına eziyet etmekten veya ülkemizi sevdiğimiz halde başka milletlerle savaşmaktan geri durmuyoruz. Çünkü, akılla sevmeye çalışıyoruz. Aklı sevginin önüne geçirdiğimiz zaman müthiş bir trajedi çıkıyor ortaya. Kalp, gerçek varoluş gayesine küsüyor. Topçu, "Akla göre akılsızlık ne ise, aşkın gözünde akıl da öyledir. Akıl insanları uçsuz bir denizin kenarına kadar götürüyor. Eğer insanda aşk denizine açılacak güç bulunmazsa, aklın onu bıraktığı kıyılarda çarpan fırtına ile helak olacaktır. Hayat dediğimiz, işte bu kıyıların fırtınasıdır" diyor. Aşk, öyle büyük fırtınalarla gelmiyor elbette. Gelip, sevgi limanına demirlediğinde, süt liman olan denizi yeniden tarif etmemizi sağlıyor. Nasıl ki, yaşımız ilerledikçe hayata bakışımız ve beklentilerimiz değişiyorsa, ruh da, aşk halinden sevgi haline geçerken aynı vecd ile teslim oluyor gerçekliğine. *** Sevmek... Bütün mesele sevmeyi bilmek... Diyor ki şair; "Sevgiyi çıkarırsak hayattan geriye ne kalır?" Sahi, ne kalır?...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.