Sevgiyi çıkarırsak hayattan, geriye ne kalır? Dost şair Gazanfer Sanlıtop, geçen haftaki yazımı (Kibrit çöpleri) başka bir açıdan yeniden tefsir etti nerdeyse. Hayata bakışımızdaki sakatlıklara dikkat çekerken, yazının finalinde "siz hangi kibrit çöpü olmak isterdiniz?" diye sormuştum. Bu soruyu kendi üslubunca yeniden tanımlayan Sanlıtop, "sevgi"de buluşmamız gerektiğini (ihtiyacını) kalbimden okurcasına bir şiir gönderdi. Şiir, bugünlerde tamamlamaya çalıştığı "Sevginin Gücü" kitabının son bölümünde yer alacak ama bazı mısralarını sizlerle paylaşmak istedim. Son yıllarda okuduğum başarılı nesneci ve duygusal şairler arasında önemli bir yerde gördüğüm Sanlıtop ("Daha doğarken başlar, çoğalır birer birer/ Sarar etrafımızı yığınla kelimeler" dizeleriyle başlayan "Kelimeler"in de şairi), "sevgi varsa..." hayatı şöyle tanımlıyor; biraz da korku tünellerinden çıkarmaya çalışarak bizi: "Sevgi varsa saygınım, sevgisiz kibirliyim/ Sevgiyle eli selek, sevgi yoksa cimriyim/ Sevgi varsa insancıl, sevgi yoksa zalimim/ Sevgi yoksa cahilim, sevgi varsa alimim/ Sevgi varsa umutlu, sevgisiz umutsuzum/ Sevgi varsa mutluyum, sevgi yoksa mutsuzum..." İşte, bütün mesele bu... Aynı yazı, Samsun'dan sevgili Yasemin Baskın'a ise farklı- duygular çağrıştırmış. Baskın da, "Bence bizler verdiğiniz bütün örneklere uyuyoruz" diyor ve adı geçen yazımı farklı bir açıdan bakarak tamamlıyor: "Bazen, ufacık bir kıvılcımımızla, ufacık bir tepkimizle hem kendimizi, hem de bizi meydana getireni, getirenleri yakıyoruz. Bazen, hayatın çarklarında eğriliyor, bükülüyoruz. Ama yine de hayata karşı direnmemiz gerektiğinin bilinciyle; hayattan kopmadan varlığımızı sürdürüyoruz. Bazen, etrafımızdakilere inat, tıpkı incecik kibrit çöpü gibi, kendimizden beklenmeyenleri vererek karşımızdakileri ölesiye şaşırtıyoruz. Bazen, görüntümüzün ardında kocaman bir hayal kırıklığı saklıyoruz da, birileri bize el sürmeden ele vermiyoruz aslımızı. İşe yaramazlığımızı. Ama er ya da geç bize sıra geliyor ve kimliğimizi ele veriyoruz. Bazen, birbirine yapışık kibrit gibi, kendimizi yaktığımızda, yanımızdaki en sevdiğimizi de saklıyoruz. Ya da o yanınca kendimizi gönüllü atıyoruz o yangının ortasına. Belki de içimizden gelmediği halde, kurtulamayacağımızı bilerek, kaçınılmaz sonumuzu bekliyoruz..." "Kaçınılmaz son..." İşte düğüm burada. Ama "kimbilir" değil mi? Yasemin Baskın, kutuda ters duran kibritlerin kaderini de şöyle açıklıyor: "Bazen de, kutudaki ters yönde olan kibritler gibi, esen rüzgardan ters yöne yelkenlerimizi tutuyoruz, olması gerekenden farklı oluyoruz. Her şeye muhalif olarak görülüyoruz, delilikle suçlanıyoruz, deyim yerindeyse 'bip'leniyoruz ve nihayetinde ilk önce yok olanlar listesinde başı çekiyoruz. Hepimiz birer kibrit çöpüyüz aslında. Bu kibrit çöpü seçenekleri arasında ne olmak isterdim diye düşününce de, hani bir kibrit kutusunu açarsınız; içinde hiç ters olan, ince ya da kalın olan yoktur. Hepsi tek bir ustanın elinden çıkmış gibi olur ya; elinize aldığınızda 'vay be ne güzel kibritler, hepsi bir kalitede' dersiniz ve yaktığınızda hiçbirisi sizi hayal kırıklığına uğratmaz ya... İşte ben öyle bir kibrit kutusunun içindeki 40 çöpten biri olmak isterdim." Yoksa siz, hâlâ karar veremediniz mi?..