Şiir, Türkiye'nin gündemine gelir mi, gelir; hem de ne gelir!.. Yaklaşık bir aydır Türk şiiri üzerine öyle fırtınalar kopartıldı ki, zavallı şiir, neye uğradığını şaşırdı... Tartışmayı başlatanlar ve en ateşli biçimde sürdürenlerin şair kimliği taşımamaları bir yığın soru işaretini de beraberinde getirdi. Hiç kimse -buna şairler de dahil-, Türk şiirinin öldüğünü iddia ederken, tuhaftır, kendi düzleminden bakmadı meseleye.... Peki, gerçekten Türk şiiri öldü mü? Öldüyse, her yıl onlarca şiir kitabı neden binlerce baskı yapıyor veya bu kitapları kimler ne için alıyor? Eğer Türk şiiri ölmediyse, şairler neden "devirler aşırı elden ele gezen meşale" olacak şiirlere imza atamıyorlar? Ya da atıyorlar da, günümüzün tamamen tüketime ve popülizme dönük dikkatinden mi kaçıyorlar?... *** Bütün genç şairler, bir zamanlar tıpkı kendi ustalarının yaptığı gibi, bir "şiir abi"sinin eteğine yapışmış durumda. Kendi yazdığı dergi, kendi kitaplarını basan yayınevi ve kendi şiir abisi dışındaki herkese minarenin tepesinden bakıyor. Yayınevleri, kitaplarını bastığı şairler dışındakileri adam yerine koymamakta... Televizyonlar vıcık vıcık magazine bulanmış kanallarında şiirin ş'sine bile yer vermemekte... Radyolarda ilaç niyetine okunan şiirlerin hepsi pop kültürün tüketim çarkları içinde öğütülen cinsten... Dergiler, ciddi bir şiir eleştirisi ortaya koymaktan çok uzak... Şiir abileri, kendi krallıkları yıkılmasın için birkaç "çantacı" şairle hükümranlığını son nefesine kadar sürdürme hevesinde... Okullarda okutulan Türkçe/ edebiyat kitaplarındaki şiirlerin çoğu komik birer mani tatsızlığında... Son yıllarda iyice piyasaya dönüşen edebiyat dünyasının kabzımalları "reytingi" yüksek şairleri avlama peşinde... Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet Ran kulüplerine üye şairler ve şiirseverler hâlâ kısır ideolojik yargıları ile "sen-ben" kavgasını sürdürmekte... Yani bütün bu gerçeklerle çepeçevre kuşatılmış Türk şiirini nasıl tartışacağız? *** Onca şaire, onca şiir kitabına, onca emeğe rağmen şiirin öldüğünü iddia eden ve kendilerine azımsanmayacak sayıda destekçi de bulanlara Paul Eluard'ın şu sözünü hatırlatırım: "Bazı kimselerin şiir üstüne yarım yamalak bilgileri vardır, bazıları da yarım yamalak bilgileri, yarım yamalak anlarlar. İşte, bütün bunlar, bazıları için şiirin bir çeşit tanımı olur." Bu tartışmaların, "şair bolluğu"na rağmen "şiir azlığı" ekseninde başlatılıp devam ettirilmesi en doğru yöntemdi belki ama ok yaydan çıktı bir kere. Eteğinde taşı olanlar döktü, gazı olanlar rahatladı, canı yananların sinirleri alınmış oldu. Bu da bir kazançtır... *** İnsanî ölçülerden uzaklaşarak yapılmış eleştiri ve tartışmaların yarar getirmeyeceğine inanıyorum. Problemi kişisel ranta çevirenleri de kınıyorum. Bütün bu anlamsız tartışmaları görüp bildikten sonra, şair dostum Nurettin Durman'ın "Bunca şiir yazdım da ne oldu" başlıklı yazısına (4 Haziran 2004, Vakit) dönüyorum yeniden: "Niye kafama takılan bir sürü sorunun içinden çıkamıyorum? Niye muktedir olamıyor çalımlı yürüyüşlerle dolaşan adam? Geri adım atıyor boyna bakarak halkın mustarip yüzüne? Bunca şiir yazdım da ne oldu? Ne değişti dünyada?" *** Ey, kendini boy aynasında görenler, siz dünyaya geldiniz de ne oldu? Ne değişti dünyada?...