Yeni bir dil ve üslup yakalayan Türk sineması son yıllarda neredeyse dünya sinemasıyla boy ölçüşür hale geldi. Genç yönetmenlerin filmleri yurtdışındaki salonlarda gösterim imkanı bulmaya, yurtiçinde ise hasılat rekorları kırmaya başladı. Dışarıdan bakıldığında, bu başarı çok anlamlı ve önemli görünebilir ancak Türk sineması -ya da eski adıyla Yeşilçam-, geçmiş yıllardan beri kangren hale gelmiş problemlerinin bir çoğunu ne yazık ki henüz çözebilmiş değil. Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Ferzan Özpetek, Fatih Akın vb. gibi genç yönetmenlerin uluslararası ödüllerle ülkemize alkış ve prestij getirmesi bizi mutlu ediyor fakat sinema sektörü, ne yazık ki her gün biraz daha kan kaybediyor. Geçen hafta içinde, sinemayla ilgili meslek kuruluş ve derneklerinin oluşturduğu "Ulusal Sinema Platformu" tarafından basına gönderilen "duyuru"da, benim de sözünü etmeye çalıştığım sorunlara dikkat çekiliyor, Türk sinemasının uluslararası arenada büyük bütçeli filmlerle yarışırken hâlâ neden kurumsal bir kimliğe oturamadığı sorgulanıyordu. İmece usulü tanıtım! Cannes Film Festivali'ne yarışmak üzere gönderilen Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" filmi ve orada açılacak Türk Film Standı için çalınan bütün kapıların duvar olduğunun belirtildiği duyuruda, "21 yıl sonra yarışmada temsil şansını yakalamış olan Türkiye için bulunmaz bir tanıtım ve pazarlama şansı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilgisizliği nedeniyle elden kaçırılmak üzeredir. Çünkü avansı ödenerek yeri ayırtılan Türkiye standı kaynak bulunamadığı için 50 metrekarelik boş dört direkle temsil edilecek" deniliyordu. Konuyu, duyuruya imza atan yılların usta sinemacısı Kadri Yurdatap'la konuştum. Yurdatap, Cannes'daki Türk standı ve "Uzak" filmi için bakanlıktan 100 milyarlık bir bütçe istediklerini ancak 45 bir euronun Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği (SESAM)'ne ödendiğini söyledi. Bu paranın 20 bin euroluk kısmının yönetmen Ceylan'a verildiğini anlatan Yurdatap, "Bu etkinlik Türkiye'nin tanıtımı için büyük bir fırsat olacaktı. Ne önemli iş adamları, ne de devlet yetkilileri konuya yeterince sahip çıkmadılar. Biz kendi aramızda biner euro toplayarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz" dedi. Tek dert üretimsizlik Türkiye'nin zor bir dönemden geçtiğini bildiklerini söyleyen Kadri Yurdatap, Türk sinemasının ana problemlerini şöyle sıraladı: "Türk sinemasının en büyük derdi üretimsizlik. Bunun çeşitli nedenleri var. Bakın, Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne eskiden yüzlerce film müracaat ederdi artık bu sayı üçü-beşi geçmiyor. Devletin yerli ve yabancı filmlerden aldığı rüsumlar var. Mart ayına kadar 20 trilyon lira toplandığını tesbit ettik. Bu paranın 2.1 trilyonluk kısmının Kültür Bakanlığı Sinema Fonu'na aktarılması gerekiyordu. Dolayısıyla biz SESAM olarak bu paranın sadece 100 milyar lirasını istemiştik. Ama özellikle belediyeler ve Maliye Bakanlığı bu konuda bizi çok üzüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın konuyu yakın takibe almasını bekliyoruz. Yaptığımız müracaatların ne zengin işadamları, ne de devlet kademesinden geri dönmesi hayal kırıklığına sebep oluyor. Uluslararası etkinliklerde alkışlanan Türk sinemasına daha fazla yatırım yapılması, yeni filmlerin desteklenmesi gerekiyor." Ne diyelim, bütün bu olumsuzluklara rağmen bir Türk sinemasının varlığından söz edebiliyorsak, bu da herhalde kişisel çabalarla ortaya konulan eserlerin başarısıdır...