Yıllarca Almanlar'la Fransızlar arasında çekiştirilip duran yaklaşık 300 bin nüfuslu sakin, dingin ve düzenli Strasbourg, her hatırlayışta rahmetle andığım Nurettin Topçu, Samet Ağaoğlu ve Ziyaettin Fındıkoğlu'nun da yurtdışı eğitimlerini gördüğü şehir... Almanlar'la Fransızlar arasında 1945'e kadar sürekli el değiştiren Strazburg, Alzas denilen coğrafi bölgenin en önemli şehri. Loren havzasıyla birlikte bazen bağımsız olmuş, bazen Fransa'ya, bazen da Almanya'ya bağlanmış. Şehri önemli kılan bir diğer özelliği ise Lüksemburg ve Brüksel'le birlikte Avrupa'nın kalbi olması. Şehrin içinde bir yılan gibi kıvrılarak akan Rhen Nehri'nin en güzel noktalarına inşa edilen Avrupa Birliği'ne ait binalar, yerli halk tarafından zaman zaman eleştirilse de varlığı Strasbourg'un ekonomisini canlı tutuyor. *** Türkiye'de okuma imkanı bulamamış veya burslu olarak buraya gelmiş 150'ye yakın Türk öğrenciye de ev sahipliği yapan Strasbourg, Avrupa'nın laik olmayan tek şehri!... Kilisenin, şapelin, mescidin ve bütün misyonerlik faaliyetlerinin serbest olarak yapıldığı şehir, bu anlamda adeta bir özgürlükler platosu görünümünde. Şehrin belli noktalarında bulunan, günün her saatinde yoğun olan tramvay istasyonlarında duvarlara veya kolonlara yazılmış İncil ayetleri bile tepki çekmiyor. Durağa inerken "Ou allez-vouz?" (Nereye gidiyorsun?) uyarısıyla başlayan bu ilginç tebliğ yöntemi, "Qui pensez-vous etre?" (Kime yönelmek istiyorsunuz?) veya "Qui a peur des idee?" (Fikirlerden kim korkar?) gibi sloganlarla şehrin hemen her yanına yayılmış durumda. *** Strasbourg, "gerçek şehirliler"in elinde... Kaldığım bir hafta boyunca ne bir araba klakson sesine, ne sokak kavgasına, ne de polisiye bir olaya şahit oldum. Sakin bir düzen içinde yaşayıp giden halk, şehirden nasıl yararlanacağını da çok iyi biliyor. Metrosu, tramvayı, çevre düzenlemesi ile bizdeki tabiriyle bir tatil kasabasını andıran şehirde, hiçbir abartıya yer verilmemiş. Çok eski tarihli binalar yeniden restore edilerek kullanıma sunuluyor. İnsanlar parklarda piknik yapmıyor, kırmızı ışıkta geçmiyor, önünde duran araca klakson çalmıyor, tramvayda yüksek sesle konuşarak kimseyi rahatsız etmiyor, ağaçlara isim kazımıyor, kaldırımlara araba park etmiyor, ceplerinde ve ellerinde kitaplarla dolaşıyor... *** Strasbourg'da dikkatimi çeken şeylerin başında ise fNac, La Fayette ve Kleber gibi büyük alışveriş merkezlerindeki kitap reyonları oldu. Hafta içinde çok sakin olan şehir, cumartesi ve pazar günleri neredeyse bir karnaval alanına dönüyor. İnsanlar kendilerini kafelere ve alışveriş merkezlerine atıyor. Özellikle cumartesi günleri Kleber ve fNac, "iğne atsan yere düşmez" kabilinden ziyaretçi ağırlıyor. Yaşlısı, genci, öğrencisi, işsizi, bebekli annesi, özürlüsü ile dört veya beş katlı olan kitap merkezlerini tıklım tıklım dolduran insanlar, güçleri yettiğince alışveriş yapıyorlar veya alamadıkları kitabı bulundukları yerde hızlıca gözden geçiriyorlar. Yalnız, pazar günü "kutsal" olduğu için bu kalabalığın büyük bir bölümü kiliselere dağılıyor veya evlerinde oturuyor. Ve o gün hiçbir alışveriş merkezinin açık olmaması da dikkat çekici... 5 bin Türk dönercinin -bu dönercilerin dörtte üçü, yurtdışına kaçarak buraya iltica etmiş özellikle Doğu kökenli vatandaşlarımızdan oluşuyor- Türkiye şartlarında "hizmet" verdiği şehirde, sadece kitap ve CD reyonlarında kuyruklar oluşturduğunu şaşırarak ve biraz da gıptayla izledim...