Şehirden çıkınca, büyük bir boşluğa düşmüş gibi hissediyordum kendimi, eskiden. Fakat şimdi, şehir beni dışarıda durmam için kışkırtıyor. Yönümü döndüğüm her köşe başında bir yığın çirkinlikle dikilmiş binaların, insanların ve arabaların arasında çocukluğumun şehrini arıyorum. Yok! *** Yıllar sonra Anadolu'ya döndüm yüzümü. Anadolu insanının sıcaklığına ve kavurucu sıcaklığına uçsuz-bucaksız ovaların. Gördüm ki, "aşk olsun sana, şehir beni boğuyor/ şehir beni bürüyor kör bir pusulaya" dizelerini boşuna söylememişim... Şehirden her dışarı çıkışta, yenilenerek, neredeyse 'rektifiye' olarak geri dönmek azaltıyor ıstırabımı. Biliyorum ki, şehre gelip geri dönen herkes benim gibi kaçıyor boğulmaktan ve kör bir pusulaya bürünmekten... *** Önce Çorum'a; Hitit medeniyetine beşiklik etmiş leblebi diyarına bir şiir yolculuğu... Emin Ulu, Osman Baş gibi dostların fedakârlıklarıyla kotarılmış dolu dolu bir şiir gecesinde buluştuk. Bir ucu Azerbaycan'a, diğer ucu Kerkük'e, bir ucu Kıbrıs burçlarına ve elbette Türkiye'ye raptedilmiş 'şuara'nın kucaklaşması idi bu etkinliğin önemi. Herkes kendi coğrafyasından bildik ama şaşırtıcı duyarlıklarla ördüğü şiirlerini dillendirirken, zaman zaman bir küheylân gibi kükredi, bazen de yeis ve kederden sadece bir kelebek kanadı yumuşaklığı ve ezginliğiyle durdu kürsünün ardında. Sonra Çorum'da, küçücük bir salonda, yazın boğucu sıcağını buz kalıbına çeviren bir sevgi seliyle kucaklaştı şair ve şiiri seven herkes. Çorumlu edebiyat dostları bildiler ki, çok uzaklardan gelen şairler, sadece iki ya da üç şiir seslendirmek için tüketmediler onca kilometreyi. Şiirin yanında sevgi getirdiler, muhabbet getirdiler, dostluk getirdiler. Ve bütün bu yorgunluğun farkında olan Çorumlular öyle bastılar bağırlarına şairlerini... Ardından Talat Ülker, Fatih Yalçın gibi dostların gönüllerini koyarak düzenledikleri Gümüşhane/ Harşit Şiir Geceleri... Torul... Kürtün... *** Merkezden ötelere bakınca, neden bu kadar çok utandığımı daha iyi anlıyorum şimdi. Masalarımızın ardına geçerek, kendimizi sipere almanın verdiği rahatlıkla uzaklar için ahkâm kestiğimiz günler için gönül sıcaklığını hâlâ ve ilk günkü gibi bizlere hissettiren herkesten özür diliyorum. Artık, kesinlikle inanıyorum ki, binyıllardır genlerimize hediye edilmiş hoşgörü, sevgi, anlayış, tahammül, fedakârlık ve en önemlisi samimiyet, biz boğulmuşların değil, Anadolu coğrafyasına yayılmış insanımızın yüreğinde ve beyninde yaşıyor... İyi ki yaşıyor ve iyi ki onlar var... Yoksa nic'olurdu halımız?