Yazmak...

A -
A +

Neden herkes yazamaz? Yazı, neden gelip, kendine en çok emek vereni seçer? Veya yazar, neden yazının dünyasına girince farklı coğrafyalar keşfetmiş vehmine kapılır? Yazmak acaba, (gerçekte) düşünmeyi öğrenmek midir? "Bütün yazılarımdan pişmanım ve hepsinden utanıyorum. Onun için daima, daha iyisini yazmaya çalışıyorum" diyen Peyami Safa, "Yazmak için yaşadım, yaşamak için yazdım" diyen Samuel Johnson'la aynı ortak paydada mı buluşuyordu? Ya da "Bir yazı, bizde ancak kendi malımız olan fikirler doğurmak şartıyla mı faydalıdır?" *** "Yazmak nasıl bir şeydir?" diye sorulunca, susarım hep... "Yani öyle bir şeydir ki yazmak..." diyecek gücüm olmadı çoğu zaman; ama ben de yazdım. Çünkü yaşadıklarımdan ve yazdıklarımdan öğrendiğim şeyler çiziyordu hayatıma dair doğru rotayı. Doğrunun ipine sarılırken; yani yanlış yapmaktan kaçarken doğru olarak bilinen başka yanlışların dağına çarpmaktan korktuğum için sığındım yazının engin hoşgörüsüne... *** "Yazmak nasıl bir şeydir?" sorusuna, kendimi ikna edecek bir karşılık bulmaya çalışırken, gelecekte dergi sayfalarında ismine sıkca rastlayacağımız genç bir yazar "adayı" Hatice Bayramoğlu'nun "Yazmak böyle bir şey" başlıklı kısa ama çetin bir denemesi gelip oturdu zihnimdeki sorunun koltuğuna. İlk bakışta dağınık gibi görünen bu kısa metni sizlerle paylaşmak istedim. "Çıraklıkla olmaz bu iş demişti. Yani bir ustaya güvenemezsin. Falan zatın, filan muhteremin talebesiyim diyemezsin. Öyleyse içinden gelen hisse güvenemezsin. Başladığın bir yer olmalı; artık kendini durduramadığın... Adımlarını at ardı ardına. Bir yerden sonra ilerleyemesen de, gerileyemezsin. Okudukça büyür, öğrendikçe yürürsün. Göğünde titreşen yıldızlar görürsün. Düşeceklerini sanırsın. Üzerlerine parmak bassan döneceklerini (söneceklerini) hissedersin. Lakin onlar ışık yıllarının ötesindedir. Görünmeleri haftalarını, aylarını alır. Onun için her baş kaldırışında gözlerine düşerler. Kim olursan ol, yanlarına varman imkansızdır. Ne kadar çıkarsan çık, senden yüksektedirler. İnmeyi bilmediklerinden katman katman gezerler. Ve tek emelleri vardır: Ayinesi olmak güneşin! Göz kamaştıran şemsin elçisi olmak. Işığın ilhamını billur kâseden akıtmak sana; yoksa kendi nurunu yaymak değil..." *** "Yolculuk için güneşi seçmişsen, önündekilerin gölgesine sığın ki, kör olmayasın. Yani gecelere de güneşin doğduğunu bil! Şavka alışınca, ilk işin yanındakilerin ellerine sarılmak olsun; bir daha bırakmamak üzere... Zira adamlarını (adımlarını) emniyete alırsan, ardından ömrün kadar değil, yüzyıllar gelir. Herkesin elinde aynı malzeme: Heceler... Lâkin herkesin oyuncağı farklı kelimeler. Ayrı yollardan ayrı düzlüğe çıkmak, bir sürü olmak dolu dolu... Aynı hayalin peşinden sürüklenen kalpler hiç ayrı olur mu? Kalemlerimiz vardı kılıçtan keskin, sözlerimiz vardı yiğitçe. Söğüt diyârında bir meydana birikmiştik; söyleyeceklerimiz vardı Türkçe! Yazmak, işte böyle bir destandır. Kalemsiz destan yazan ceddin torunuyuz biz. Görünen o ki, yazmak, yazımızda var. Çıraklıkla da olmuyorsa... Bu iş gerçekten zor zanaat, aslında zor bir sanat..." *** Attar'ı okur gibi okudum bu güzel metni. Duru, saf, berrak ve hiçbir komplekse yer vermeden, adeta tesbih taneleri gibi beyaz kağıda kusursuz dizilmiş yazıyı ılık bir meltem havasında hıfzettim; ve ben dahi bildim ki; "yazmak böyle bir şey"dir işte...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.