Yıldız kayıyor!

A -
A +

'Neyi kaybettiğini düşün derdi babam/ Bir şeyi kazandığında...' Böyle başlıyor "Ben meseli" isimli uzun/nehir şiirim. Nasırlı parmaklarını başıma koyup, kırışmış gözleriyle saçlarımı tarayan babamı çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum; çünkü o cidden hasta! Şiirin bir yerinde şunları söylüyorum: "Önceleri, 'bir gün ölürse babam naparım' diyordum Şimdi, yine aynı şeyleri söylüyorum, hiç kimseye çaktırmadan Çünkü, Cemal Süreya'nın şiirini hatırlıyorum Babam ölünce ben de kör olur muyum diye korkuyorum..." Korkularımız çözmüyor üzüntülerimizi; çünkü olan oluyor; çünkü kaçılmıyor kaderden... Medine'de hüzün Baba hastalığının hüznünü yaşarken, "Akif-i Sani" olarak bildiğimiz, Konya'nın sevgili evladı Ali Ulvi Kurucu'nun Medine'de vefat ettiğini öğreniyorum; üzüntüm ikiye katlanıyor. 1922 yılında Konya'da doğan ve 1939 yılından beri Medine'de yaşayan, burada "Sultan Mahmud" ve "Şeyhülislam Arif Hikmet" kütüphanelerinde müdürlük yapan Kurucu, Türkiye'ye geldiği yıllarda elini öpmek için koştuğum büyüklerden biri idi. "Uyanış fecrinin aydınlığı" şiiri geldi birden aklıma: "Ne gelen var, ne giden var; ne gülümser bir yüz Yolcu yorgun, yük ağır, menzil uzaklarda henüz Diye milletçe ümitsizliğe düşmüştük dün Uyanış fecri ufuklarda belirmekte bugün..." Tam bu üzüntüyü atlatıyordum ki, "Minyeli Abdullah"ın, "Müslüman ve Para"nın, "Derdimi Seviyorum"un sevimli, samimi, hasbî ve ihlaslı yazarı Hekimoğlu İsmail'in (Ömer Okçu) rahatsızlığını ve hatta felç olup 29 Mayıs Hastanesi'nde tedavi altına alındığını öğrendim. Bu, benim için ayrı bir üzüntü elbette. TİMAŞ Yayınları'ndan önce, Zaman gazetesinde çalıştığım dönemlerde tanımıştım Hekimoğlu İsmail'i. Nasıl yazar olduğunu, askerliği neden bıraktığını, Minyeli Abdullah'ı, TİMAŞ Yayınları'nın kuruluş macerasını, Sur dergisini, Yağmur Yayınları'nı onun ağzından dinlemiştim çünkü. Sonra, büyük puntolarla sarı saman kağıdına yazdığı gazete yazılarını severek tashih etmiştim defalarca... O'na Rabbim'den acil şifalar diliyorum; ancak bu geliyor elimden... Yaşayanlara saygı Babam için hâlâ üzülüyorum ve dua ediyorum ama acılar bırakmıyor ki yüreğimi. Bir gün sonra, Türk siyasetinin olduğu kadar milli düşüncenin de duayenlerinden Osman Bölükbaşı'nın vefatı haberi yayımlanıyor gazete ve televizyonlarda. Elinden öptüğüm, dizinin dibinde hatıralarını dinlediğim o dev adam da kaymıştı dünya semasından artık. Ya Muzaffer Özdağ... Ümit Özdağ'ın sevgili babası... Hukukçu, şair ve gerçek bir vatansever... Nüktedanlığı, samimiyeti ve zalimlerin karşısındaki cesaretiyle, onlarla omuz omuza giriştiği mücadelelerle adından hep söz ettirecek bir kahramandı Muzaffer Özdağ... O da gitti, ardında hoş sadalar bırakarak. Üzülmememiz, kalbimizde acıya ve hüzne yer bırakmamamız için bir sebep gösterebilir misin sevgili okuyucu? Her yanımızdan kuşatılmışken ve çaresizlik girdabında boğuşurken, onlarca yılda inşaa ettiğimiz değerlerimiz ya hasta, ya gidiyor o ilâhi emre uyarak... Yaşayanlarımıza öyleyse, onlara biraz sevgi ve saygı... Lütfen!... ALKIŞ Sanat ekranı Televizyon ekranlarını üçüncü sınıf gazinoya çevirenlere sözüm olmaz; olamaz! Hele, beslendiği değerleri hiçe sayarak, uydurma bir dünyanın basit, derinliksiz, muhtevasız ve alçaltıcı alışkanlıklarını, elinde tuttuğu güç olan ekranından yansıtanlarla asla! Beni, bu kadar kızdıran şeyin ne olduğunu merak edebilir okuyucular... Söyleyeyim: Son yıllarda televizyonların aslî görevlerini bir kenara bırakarak, insanların gelişimine, bilgi hazinesine hiçbir şey katmayan programlarla ekran işkencesi yapmalarıdır... Tam böyle düşünürken, TRT 2'de yapım ve yönetimini Nimet Ülgü Ersin ile Nihal Aykaç'ın üstlendiği "Sanat Dergisi" isimli programın ilk bölümüyle karşılaştım. İçime su serpildi. İşlediği konular, konuşturduğu isimler, sunucusu vs. çok önemli değildi benim için; önemli olan "sanat" kelimesinin tam yerinde ve anlamında kullanılmasıydı. Her pazartesi günü saat 23.05'ten (yani geceyarısı!) itibaren yayımlanan programda "Şiirce", "Kitapça", "Sanat ve İnsan" gibi bölüm başlıkları dikkat çekiyor. İlk bölümünde roman ve öykü yazarı Hasan Ali Toptaş'ı ele alan program, ressam Orhan Taylan, fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel ve flüt sanatçısı Şefika Kutluer'i de daha yakından tanımamızı sağladı. Sanatın farklı alanlarında isim yapmış değerli sanatçıların tanıtıldığı ve söyleşiler ile renk kattığı "Sanat Dergisi"nin uzun ömürlü olmasını diliyor, Ersin ve Aykaç dışında programa emeği geçen Pelin Erdoğan, Levent Yıldız, Nedim Yıldız, Ahmet Yazıcı ve Nurettin İşsever'i de yürekten kutluyorum. EZBER Hançer Efendim can havliyle sana Feryâd u figânım var Izdırabım çok derdim yaman Aklım zâil özüm harap Kâfi değil varlığın Kalbim tedirgin gönlüm aç İçimde yanmayınca kandilin Serap oldu efkhârım Söz bitti fasıl tamam Gelsin artık muhabbet demi Gönlümün arzusudur Seni gördüğüm kehkeşân Ey benliğin esrârı Bütün bedenlerde tek cân Muhabbet mülkünde Seven gönüle mübtelâ Çok lütfun var merhametin Madem ki gökyüzü devranda Alem seyrandadır Azât eyle hâb-ı gafletten Doğdum yaşadım işte Yaman haller gördüm Gözüm kapalı başım eğik Katlime bir ferman ver. ¥ Mustafa Özçelik (Yedi İklim'den)

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.