Döküle döküle son maça gelmişiz... Her oyunda kendi inkâr ederek tersine yol almışız. Başladığı günden beri taktik, teknik olarak taş taş üstüne koyamamışız. Savunmamız kevgire dönmüş. Dikine koşan her rakip, kaleciyi karşısında bulur olmuş. Orta sahanın oyuna ağırlığını koyacak adamı yok. "Namlı Terim baskısı"na bir dakika uydular mı, oksijen tüpüne ihtiyaç duyuyorlar. Hücum hattında sefilleri oynuyoruz. Birinin diğeri ile kontağı yok. Kendi başlarına da ürettikleri birşeyleri yok... Böyle bir enkaza ümit bağlamışız. Bir futbol devini sahasında yenme hayâline kapılmışız. Böyle beklentiler 10 yılda bir cevap bulur. Nou Camp'ın yeşil çiminde eskinin G.Saray'ını aramışız. Kıyas bile kabul etmez. Nerede o eski takım, nerede bu döküntüler? Daha bunlar takım bile olamamışlar. Maç taktiğini anlayan beri gelsin. Tam saha pres mi, kontrollü futbol mu? Bir ara önde bastık, golü bulduk, pozisyonlar ürettik. Çoğunda kontrolü denedik, komik golleri kalemizde gördük. Halı sahada bile yenmez böyle gol. Sonra duran top hastalığı havalandırdı filelerimizi. Mondragon'un uçan çuvala döndüğü an, tükenişin son golüydü. En çok da zoruma giden koca Terim'in kendi gerçeğinden uzak kalmasıydı. Kendini zirveye çıkaran dar alan presinden caymasıydı. Rakip yedekleriyle çıkmıştı maça. Yeneriz umudu taşıyorduk. Fakat, dakikalar ilerledikçe takımımızın alanda eksik olduğunu gördük. Düzensiz koşuşturma arasında 3-4 ismin maça asıldığını, 4-5'inin saklanmak için yer aradığını seyrettik... Neyse... Dersinizi aldınız sanırım... "Eve dönün, çalışın, yeniden gelin" dediler bize... Mutlu günler başka bahara...