Soruyu yukarıdan aşağıya mı cevaplayalım, yoksa aşağıdan yukarıya mı? Hiç fark etmez aslında. Detaylı şekilde araştırılsın, iki tarafın da çorba olduğu görülür. Avrupa futbolunun değişimini hangi teknik adam yakalamış? Anlamış da takımına uygulamış?.. Şöyle bir 10 sene geriye gidelim, arada ne fark var, düşünelim. Sadece daha fazla koşuyor futbolcularımız. Ferdi meziyet zayıflamış, koşu kapasitesi yükselmiş. O koşunun ebadı da kesinlikle Avrupa'nın bir gömlek gerisinde. Koşu kapasiteleri yükseldi. 7-8 kilometreden 13-15 kilometrelere çıktı mesafe. Bu kadar koşturan futbolcuların olduğu alandan karşı kaleye nasıl taşıyacaksın topu? Alanlar daraldı. Üstelik topun olduğu alana oyunu sıkıştırmak her ülkenin doğrusu. Alanı daraltma becerisi yüksek olan rakibi aşmak için arka boşluklara adam kaçırma zorunluluğu var. Nerede bizde böyle organizasyon. Hâlâ yıllar öncesinin futbolu... Son adamın biri bir ceza sahasında, öbürü karşı kale önünde. Ortada Kırkpınar çayırı... Doldur doldurabilirsen... Çalışan teknik adamların futbol kafasına göre şekilleniyor her şey. Daum, Del Bosque, Hagi, Rıza, Aykut, Ziya... Her biri farklı uygulama peşinde. Hiçbiri Avrupa standartında değil. Olmadığını Dinamo Kiev, Athletic Bilbao maçlarında bordo -mavililerde izledik. Manchester United , Lyon oyunlarında memleket şampiyonunun çöküşüne şahit olduk. Bir de siyah - beyaz bir aşk hikayesi... Hüzünle bitti Avrupa yolculuğu... Ersun Yanal yerleşik yapıya karşı çıktı. Rakiplerin oyununa uydurdu taktiği. Çabuk hücum, önde basma, hataya zorlama, atak organizasyonu fırsatı vermeme gibi taktiksel farklılıklar gösterdi. Oyuncu seçimini normal olarak şablonuna uygun tercih etti... Delik deşik ettiler hocayı. Öyle olmaz, onunla olmaz, bu oynar, bu oynamaz... Ne anlatıyorsunuz arkadaş? Ortada bir doğru yok ki hoca uygulasın. Kendinden öncekiler ne üretmiş de hoca onu taklit etsin? Kırk yılda bir Avrupa zaferi. Sonrası yine bize hüsran, yine bize hasret düştü. Köşesine çekilip bir rastlantı Avrupa zaferi mi beklesin?.. Hocanın yanlışı binayı tepeden kurma isteğiydi. Kulüp takımında başka oynayan futbolcuları dünya doğrularına uydurma arzusuydu... Kimse anlamadı onu. Her kayıp puanda taktiğini, sistemini delik deşik ettiler. Bir tutar dal bırakmadılar Ersun Yanal 'da... Şimdi biri çıksın söylesin, bu ülkenin futbol modeli nedir? Kafasına göre takılanların modeli. Kulüp şartları, sıralama, lig fikstürü, taktiği ve sistemi belirler. Çoğu zaman "Çanakkale geçilmez"i oynarlar. Önce beraberliktir futbol mentalitesi... Köpürdü, taşıyor yukarısı. Üç kuruşluk futbola milyon dolarlık bütçeler. Kabarık banka hesapları, yerlerde sürünen taktik sistemler. Hesabı yükseltmek için türlü filmler, kayıpları açıklamak için duyulmadık bahaneler... Üstü Şişhane, altı Gümüşhane misali. Şişhane'yi anlattık, Gümüşhane'ye geçelim. Futbolu bilmeyen futbol adamları bebelere futbol öğretiyor. Hiç mübalağa etmiyorum, olayı bire bir yaşadım. Hocalığımı yapan teknik adamlar takip ettiklerim... Son 9 yıl çocuklarla çalışıyorum. Bursa'da önemli çalışmalarım oldu (5 yıl). Ankara'da G.Birliği (1 yıl) ve son üç yıldır da İstanbul Büyükşehir Belediyespor'da fiilen görev yapıyorum. İşim gereği her tarafı inceliyor, Türk futbol alt yapısında neler olduğunu araştırıyorum. Son kararım, çarkın tersine işlediği noktasındadır. Futbolcu yetiştirmeme kurumu adeta. Kendi başına mahallede 12 yaşına kadar oynayıp gelişen çocuklara kulüp bünyelerinde bildikleri unutturuluyor. Her biri ayrı telden çalan hocalar bir türlü notayı tutturamaz. Ahmet hoca, Mehmet hoca modeli alt yapılarda hüküm sürer. Detayını sorsan, kendi de bilmez. Olaylara göre karar verilir. Günlük planlarla geleceğe yön vermeye çalışılır. O anda aklına ne gelirse onu uygular... Futbolun eğitim dairesi işin baş sorumlusu. Onlar bile nereye koşulduğunu bilmiyor. Kişiye özel futbol mantığına teslim etmişler bebeleri, arada açan yaban gülleriyle gününü gün ediyorlar. Ajax modeli varmış, her kuşaktan yıldızlar yetişiyormuş. Haberi olan, bilen, olayı fark eden bir futbol adamı tanır mısınız? Barcelona modeli dedikleri de neymiş? Salarsın bebeleri top sahasına, koştururlar... Ne modeli hakimdir bu ülkede kardeşim? Kimse bilemez kimin iyi, kimin kötü olduğunu. Çünkü ortada kıyaslanacak bir doğru yoktur. Süslü kelimelerle kendini satan şarlatanlar ön plana çıkar. Üç - beş ay eser, sonuçta tıpkı öncekilerde olduğu gibi netice sıfırdır. Değişen pek bir şey olmaz. Sonuç yine sıfıra sıfırdır... Çok aradım olayı kafasında toparlamış, blok olarak sunanı. Her biri bir yerde kopuyor. Sana göre - bana göre noktasına kayarak kendine özel yorum getiriyor. Hepimize özel bir yol bulmadıkça Türk futbolu gelişmez. Kendimizden öncekileri taklit edersek kendimizden öncekilerin yaptıklarını ortaya çıkarırız. Kırk yılda bir tesadüf eden sürpriz sonuçlara destanlar dizeriz. İngiliz, İtalyan, Alman, Fransız, Çek, İspanyol, Portekiz ve Latinler... Hep zirvede koşturdular. Nesiller değişti, onların yüksekten uçuşu değişmedi. Bir tesadüf sonucu bir araya gelen Akdeniz şampiyonu bir nesli yıllarca tepe tepe kullandık. Bizi rüyalar alemine taşıdılar. UEFA şampiyonu, Avrupa, dünya şampiyonaları... Alemin üçüncüsü... Yaşlandı ve bıktılar, işe yaramıyorlar artık. Yerlerini dolduramadık. Elin artıkları memleketi istilâ etti. Bizim evlâtlar onlara hizmet ediyor. Onlar assolist, bizimkiler figüran. Yazının en başına dönelim, onların ustaları ayarında oyuncu yetiştirmedikçe mutlu olamayız. Eksik yetişen bebelerle hiçbir zaman büyük hedeflere varamayız.