Bohçanı kap gel!

A -
A +

Keloğlan Aykız'a fena halde yanıktı! Her zamanki buluşma yerinde, çeşme başındaydı. Eller kavuştu; "Yeter artık Aykız, bu hasret beni bitirdi. Bir gün daha bekleyemem yavv" dedi. Sonra biraz mahcup biraz da gülümseyen yüzle bakan Aykız'la konuşmaya devam etti: "Bohçanı kap gel, gidelim buralardan sen ve ben!" Aykız, ay yüzünü onaylar manada eğdi: "Peki Keloğlan. Ama bohçam hazır değil ki. Bizde adettir. Bohça alışverişine çıkılır, bohçam hazır olunca sana gelirim" Keloğlan hararetle; "Tez varalım, bohça alışverişi yapalım ay yüzlüm, bal gözlüm" diye haykırdı. Sabah çeşme başında buluşmayı kararlaştırıp ayrıldılar. "Gülüşerek koşalım dağları dolaşalım sen bohçanı kap gel bu sabah kavuşalım" Keloğlan, ibibikler ötmeden gelmişti. Heyecanlıydı. Bir aşağı bir yukarı dolandı. Az çeşme başına oturdu, kızın yanında hacet sıkıntısı olmasın diye kalktı; sabırsızlandı, biraz daha dolandı, bir iki ayrık otu yoldu. Hah, Aykız geliyordu! O da ne? Aykız'ın yanında annesi, yengesi, teyzesi de yürüyordu. Annesini ilk soruşları, o andı. Keloğlan anladı ki; durum değişikti. Tez anacığını da aldı geldi... Keloğlan bir deve çevirdi, doluştular ve çarşıya indiler. Aykız'a entari bakmaya başladılar. Onun boyu kısa, bunun sırması soluk, şunun dokuması bozuk dolanıp durdular. Sonunda lüks bir makastardaki entaride karar kılındı. Keloğlan anasının sandıktan çıkarıp da getirdiği kesedeki altınların neredeyse tamamını makastara verdi. İçinden; "Bu kadar altınla yarım ağıl koyun alırdım be!" diye geçirdi; ama Aykız ona göz süzünce unuttu gitti... Para bitmişti! Keloğlan çaresizdi. Koştu gitti, ahırdaki sıska ineklerini sattı, parayı denkledi. Aykız'ın anası, çarık alınacak dediydi. Çarık, İnci Çarık'tan seçildi. "Höh be kardeşim gelin biraz insafa Bizim elli çarıklık inek gitti bir çift çarığa!" Zavallı anacığı ses etmedi. Aykız'la anası, yengesi önde; garip Keloğlan'la anacığı arkada başladılar yürümeye. Gittiler, gittiler, gittileer. Dönüp arkalarına bir baktılar ki, bir arpa boyu yol ilerlememişler. Yenge nalın seçmeye başlamıştı bile. Günlemeye bir nalın, misafirliğe püsküllü nalın. Keloğlan, altın sıkıntısına düşmüştü. Yanındaki ferman karta davrandı. "Kartınız haddini aşmış. Baki kalan fülüsle değil terliği; terliğin püskülünü, bir imame püskülü bile alamazsınız" cevabını duyunca eve koştu. Kümesteki yoluk tavuğu iki altınla takas etti. Nalın da alınınca bohça tamam mı oldu? Hayıır! Keloğlan kulaklarına inanamadı! Yazma, iç entarisi, çorap alınacaktı... Ne yapacaktı? Anacığı yemenisini ısırdı, kız tarafı ısrarcıydı. "Aya baktım ay beyaz Kıza baktım kız beyaz Cebe baktım para az Ay anam ne yapacaz?" Koştu Keloğlan, koştu, koştu... Kapının mandalını hırsla açtı, eve girdi. Ocağın yanındaki bakır ibrik gözüne ilişti. Öff, ibrik delikti. Deliği kaybolmayan sakızla tıkadı, üzerini metalik renk soba boyasıyla kapladı. Çarşıda gümüş hesabına okuttu, kaçarak uzaklaştı. Kalan bohça alışverişi de tamamlanmıştı. Yoksa tamamlanmamış mıydı? Sürmeyle esans da mı alınacaktı?! Keloğlan'ın kafası bir gitti, bir geldi. O an, düzenli aralıklarla gideceği bir terapisti olsun, uzanarak anlatsın istedi! Çocukluğunu... Deli civcivi... Arakladığı erikleri... Aykız'ı dört köşesi itinayla düğümlenmiş bir bohça içinde dereye atma isteğini... Pencereden sarkar sarı üzüm salkımı, Al sevdiceğim bohçanı Ben kaybettim aklımı!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.