Enver Paşa, Talat ve Cemal Paşa'yla neden kaçtı? Refik Halid'in tarihe geçen satırları: Efendiler nereye!

Darbeyle idareye el koyan İttihad ve Terakki Osmanlı'yı savaşa sokmuştu. İdareyi elinde tutan üç isim; Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa bir sabah ülkeyi terk ederek yurt dışına kaçtı. O günlerin şahidi olan Refik Halid Karay'ın "Efendiler nereye?" yazısı ise tarihe geçti: "Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?"
ALİ TÜFEKÇİ - Bundan 110-120 yıl önce Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa hakkında aleyhte kalem oynatmak imkansızdı.
Zira Sultan Abdülhamid Hareket Ordusu ile tahttan indirilmiş, güya Osmanlı İmparatorluğu'na demokrasi getirilmişti.
İttihad Terakki Fırkası'nın idaresi ise üç paşanın elinde bulunuyordu: Enver, Talat, Cemal!
23 Ocak 1913 günü Enver Paşa ve Talat Paşa'nın liderlik ettiği bir grup İttihad ve Terakki üyesi, Bab-ı Âli'deki hükûmet binasını basacak ve ülkede bir diktatörlük dönemi başlayacaktı.
Bâb-ı Âli'nin basılmasıyla yapılan askeri darbede Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürülmüş, Sadrazam Kâmil Paşa'ya da zorla istifa imzalattırılmıştı.
Darbeyle Mahmud Şevket Paşa Hükûmeti kurulup üç paşanın kontrolündeki İttihad ve Terakki Partisi yönetime hakim hale geldi.
ZİYAFET DÖNEMİ
İttihad ve Terakki üyeleri için bir ziyafet dönemi başladı. Devlet imkanları fütursuzca çarçur ediliyor, parti liderleri servetlerine servet katıyordu.
İttihatçılara ilk başta destek verenlerden şair Tevfik Fikret de bu haksızlıklar karşısında isyan etti. "Han-ı Yağma" adlı şiiri kaleme aldı.
"Yiyin efendiler yiyin" sözleriyle başlayan şiiriyle İttihatçıların yağmalarını eleştirdi. Ancak hem artık iş işten geçmişti ve Fikret de ömrünün son günlerini yaşıyordu. Kısa süre sonra ölecekti.
"SENİ EDİRNE'NİN ORTASINDA ASARIM"
Derken önce Balkan Savaşı patlak verdi. Osmanlı İmparatorluğu yeni kurulan devletler karşısında büyük bir yenilgiye uğradı.
Meriç Nehri'nin batısındaki tüm topraklar kaybedildi. Ege Adaları'nın kaderi de büyük devletlerin eline bırakıldı.
Hatta savaş esnasında kendisi de bir İttihatçı olan Edirne Müdafii Şükrü Paşa'ya Talat Paşa Selimiye Camii'ni havaya uçurmayı teklif etti.
Şükrü Paşa ona şu cümleyle başlayan uzun bir cevap verdi:
Seni, hemen yarın Edirne'nin ortasında idam ettirmemi istemiyorsan, bu günden tezi yok çek git buradan Talât Bey oğlum.
MİLYONLARCA İNSANIN KATLİNE SEBEP OLDULAR
Tarihi kayıtlara göre Balkan Savaşları'nda 100.000 Osmanlı askeri şehit oldu. Hastalıklar sebebiyle de 75.000 kişi öldü. Toplamda Osmanlı kayıpları 340.000 civarı şeklinde hesaplandı.
Savaşta en büyük acıyı sivil halk çekti. Bilhassa Bulgar ordusu tarafından açlık ve kötü muameleden dolayı 225.000'den fazla Müslümanın hayatını kaybettiği kayıtlara geçti.
Ardından "Birinci Dünya Savaşı" başladı. Koyu bir "Alman hayranı" olan Enver Paşa, Talat ve Cemal'in de desteğiyle Almanların yanında Osmanlı Devleti'ni bir başka savaşa soktu.
Savaşta Sarıkamış Cephesi'nden Kafkas Cephesi'ne yüzbinlerce insan İttihatçıların hırsları ve hayalleri uğruna hayatını kaybetti ve Osmanlı İmparatorluğu da fiilen yıkıldı.
Tarihçilere göre Osmanlı İmparatorluğu, savaş sırasında yaklaşık 500.000 asker kaybetti. Bazı kaynaklar, ölen asker sayısını 772.000 olarak belirtti. Bu sadece askeri kayıplara dair...
Sivil halk üzerindeki yıkıcılığı korkunç boyutlarda yaşandı. Osmanlı topraklarında yaklaşık 2.150.000 sivilin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Bu sivil kaybı, savaşın getirdiği açlık, hastalıklar ve iç çatışmalardan kaynaklanıyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun toplam nüfusunun yaklaşık %13,72'sinin savaş yüzünden hayatını kaybettiği kaydedildi.
Ali Sai takma adıyla Paris'te yaşayan Talat Bey (solda), Alman Kayzeri Wilhelm'i esas duruşta dinleyen Enver Paşa (1917) ve Cemal Paşa (sağda)
"AĞZINIZI SİLMEDEN, ELİNİZİ YIKAMADAN EFENDİLER NEREYE?"
Bütün bu yıkımın ardından, ülke yangın yerine döndü. Cemal, Talat, Nazım ve Bahattin Şakir Paşalar sabık Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yalısında 1 Kasım 1918 günü toplandı.
Memleketin hali ve kendi başlarına gelecekler hakkında uzun uzun konuşan paşalar korkularını açığa çıkardı. Sabaha karşı firar planlarını uygulamaya koydular.
Herkesin uyuduğu bir vakitte, Enver Paşa'nın yalısında bulunan bir Alman botu "savaş kahramanları"nı İstinye’de bulunan Alman denizaltı torpidosuna götürdü. Burada saklanarak kaçtılar.
"Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?" diyen Refik Halid Karay, İttihad ve Terakki'nin ülkeye nasıl bir devir yaşattığını ve meydana getirdiği tahribatı şu satırlarla gözler önüne serdi:
Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?
Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar...
Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?
Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup başköşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler...
Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?
Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi [eskiciye] satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar...
Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?
Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üzerimizden aştılar...
Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?
Siz âmir olmadınız, sergerdelik [kabadayılık] ettiniz... Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık [polis şefliği] ettiniz... Efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız...
“As” deyince sıra sıra darağaçları kurulur, “yak” deyince alev alev meşaleler tutuşur, “bas!” deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü... Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız...
Beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık Âdem etinden tiksindirdiniz.
Muhalif mi? Al aşağı... Muharrir mi? Vur başına...
Türk mü? Sür ölüme... Rum mu? İste parasını...
Ermeni mi? Kes kafasını... Arap mı? Çek ipe...
Kadın mı? Gönder eve... Haydut mu? Buyurun köşeye...
Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini...Kalan kimseye at sopayı... Paraları koy cebine... İşte sizin programınız bu!
Palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz; babaları, evlatları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız.
Ne oluyordunuz?
Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti?
Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık, Mısır’a sultan mı olacak, Hind’e şah mı gidecektik?
Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri...
Şam’da, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz.
Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi...Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?
Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezârete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar?
Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular... Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hulâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.
İşte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar... kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı, yakalarından yapışır öcümüzü alırdık... Halbuki kollarını sallıya sallıya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler.
Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz...
Biz size: “Kırk katır mı, kırk satır mı?” diye soramadık; yarın sizin bize:
- "Ölümlerden ölüm beğen!" demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar!
Topumuzun başını bir kılıçla çıkarmadan [uçurmadan] nereye?
Refik Halid Karay