Yerine gelen müfettiş hâlden anlayan biriydi...

A -
A +

Bu tertemiz Anadolu çocuklarının müşfik, inci-mercan bakışları, gözlerimde ümit, iç âlemimde muhabbet kıvılcımları oluşturuyordu.

 

 

 

Sonra bu masumun küçük elini yavaşça tutup gülümsüyorum. Vücut diliyle; "yalnız değilsin" demek istiyor, çocuğun kendine olan güvenini artırıyorum aklımca. Öteki elimle sınıfı idareye çalışıyorum. Bu tertemiz Anadolu çocuklarının müşfik, inci-mercan bakışları, gözlerimde ümit, iç âlemimde muhabbet kıvılcımları oluşturuyordu. Öyle ışık saçıyor, öyle samimi bakıyorlardı ki anlatamam... Onların kirlenmemiş dünyalarından müfettişi, Sarı Müdür’ü, öğretmenler odasında konuşulanları tek tek düşünüyor, kimseden gık çıkmıyordu.

 

Mini mini elceğizi titreyerek açılıp kapanıyor. Pembe güllü eşarbın ucu artık kıvrılmıyor, kara zeytuni gözleri hep mütebessim.

 

Çok zeki bir çocuktu bu talebem. İlk okuma-yazma öğrenenlerden biriydi. Birinci sömestir yaklaştığında diğer sınıflar hâlâ fiş ezberlerken, ehemmiyet vermedikleri bizim sınıfın yarıdan fazlası okumayı çoktan sökmüştü.

 

Bakma onun yaşına,

 

Neler gelmiş başına,

 

Herkes hayran olurmuş,

 

Doğru davranışına.

 

İkinci yarıyılda yeni bir müfettiş geldi. Mekteplerin açıldığı gün bizi tehdit eden adamın tayini çıkmış, başka yere gitmiş meğer. Yerine gelen daha mütedeyyin, hâlden anlayan biriydi. Çocukların bu üstün muvaffakıyetini görünce;

 

"Kaç seneliksin? " diye sordu. Ben de; " stajyerim" cevabını verince "Allah Allah, olmaz... Müdür Bey birinci sınıfların stajyerlere verilmeyeceğini bilmiyor mu?" diyerek kolumdan tuttuğu gibi doğru müdür odasına... Yuvarlak gözleri önce büyüyor, sonra küçülüyor, daha sonra sönüyor gibi hâlden hâle, renkten renge giriyordu... Birdenbire, kasılmış ellerini açtı. Olup bitenleri adil bir hâkim titizliğiyle yeniden sorguladı. Yaşlı, Köy Enstitüsü mezunu müdürün beti benzi solmuş, canlı ölü misali "pat" diye düşecek gibi titriyordu.

 

El işte, göz oynaşta,

 

Yakalanmış genç yaşta,

 

Böyle devam ederse,

 

Akıl kalır mı başta?

 

          ***

 

Mektebe müthiş bir atom bombası düşmüştü de haberim yokmuş meğer.

 

Müfettiş, yemeğe falan da kalmadı. Kızgın bir şekilde mektepten ayrılırken müdür dönüyor, eğiliyor, bana "sana gösteririm" der gibi bakıyordu.

 

"A... Aaa! Hiç olacak şey mi? Kocaman müfettiş bey bile kızın başını açamamış!" dedikten sonra bana:

 

- Ne yaptın?

 

- !!!

 

- Şikâyet mi ettin?

 

- !!!

 

- Söyle bakayım?

 

- !!!

 

Hiçbir sualine karşılık veremiyor, sabrım yettiği kadar susmaya, mahcup durmaya devam ediyordum. Müdür beyin elinden lafı, saçları sarı boyalı, ciğer gibi rujlu hanım aldı:

 

- Ah ah! Ne günlere kaldık! Bir çocuğa söz geçiremiyor! Pısırık! Benimkiler böyle bir şey yapacak olsa, saçlarını yolardım!

 

- !!!

 

- Zavallı çocuk!

 

- Zavallı o değil onun başındaki!

 

- !!!

 

Zaman zaman başka öğretmenler de söze karışıyordu. Karşımda oturan bir başka hanım öğretmen, çocuğun başını açmamakla nasıl bir cinayet işlediğimden dem vuruyordu!

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.