"Onu-bunu anlamam, bahane de kabul etmem; mutlaka o çocuk başını a-ça-cak!.."
Müdür Bey:
- Elbette müfettiş beyim! İşin ehemmiyetinin farkındayım. Zaten çocuk, ne yaptığını bilmiyor. Siz demeseniz de ben ne lâzımsa yaparım, merak etmeyin lütfen!
- Lütfeni-mütfeni yok! Onu-bunu anlamam, bahane de kabul etmem, dediğim olacak, mutlaka o çocuk başını a-ça-cak!
- !!!
- Müfettiş bey, ben müsaadenizi istiyorum, mesajımı aldım. Ne lâzım gelirse yapacağım, diyerek bir an evvel ayrılmak, o atmosferden kurtulmak istiyordum.
Pek öfkeli müfettiş, müdürü bırakıp ayağa kalktı. Benim koluma girerek dışarıya çıkardı ve:
- Birdenbire olmaz biliyorum, işini sıkı tut ha! Sakın gevşeklik gösterme! Cumhuriyet bize emanet, siz gençlerin omuzlarında yükselecek! "Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacak" sözü bize ve bütün fedakâr eğitimcilere söylenmiştir. Bir köylü çocuğa gücümüz yetmez, ikna edemezsek bu mesleği hiç yapmayalım, çekip babamızın çiftliğine dönelim daha iyi. Sonra diğerlerine de fena tesir eder, kötü numune olur "o açmıyor biz niye açalım!" gibisinden... Yok yok! Düşünmek dahi istemiyorum olabilecekleri. Vazifeye yeni başladığını biliyorum. Unutma, ilk imtihanın bu... Stajyerliğinin kaldırılması bu problemi çözmene bağlı. Hadi seni göreyim... Yakında yine geleceğim. Bu meseleyi hâllettiğin gibi çocuklara okuma, yazma öğretmen, modern Batı medeniyet ölçülerini benimsetmen de pek mühim. El ele verip köyleri, kasabaları bu geri kalmışlıktan, örümcek kafalılıktan er geç kurtaracağız. Devlet bunun için bu kadar maaş veriyor. Gerçek vazifenizi sakın ihmal etmeyesin!..
Saç kalmadı kel gibi,
Görme beni el gibi,
Gözümden yaşlar akar,
Boz bulanık sel gibi!
Başıma gelene bak; daha ilk dersimde müfettiş tarafından mercek altına yatırılıyordum. Epey tehdit dolu nasihat dinledikten sonra sınıfın kapısına yöneldim. Gayr-i ihtiyari gözlerimi ovuşturarak içeri girdim. Direkt Reyhan talebemin yanına... İncinmesin, kırılmasın diye bir kelebek hassasiyetiyle başına dokundum. Yavru bir kuş misali elimden uçacağından endişeliydim... Kaldığım yerden, hiçbir şey olmamış, duymamış gibi davranmaya çalışıyordum.
"Çocuklar, benim söylediğimi tekrar eder misiniz?" deyince koro hâlinde "evet" sesi, sınıfın duvarlarında yankılanarak dışarı taşıyordu. Moralim düzeldiği gibi keyfim de yerine gelmişti.
"Öyleyse başlıyoruz: 'Ali gel.' Gayet kısa ve de kolay bir cümle değil mi?"
"Eveeet..."
"Ali gel" ilk fişimi bütün sınıf haykırarak tekrar ederken ben hâlâ Reyhan talebemin başının örtüsünü düşünüyordum. Başında kellik, yara-bere yoktu. Öyleyse bu küçücük çocuk ne düşünüyor, ne hissediyordu ki bu kadar güçlü, kuvvetli direnebiliyordu?
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...