Ben konuşurken Reyhan isimli küçük talebemin, pembe güllü mavi eşarbının ucunu bir yelpaze gibi yavaş yavaş sallaması dikkatimi çekti.
Sırtındaki lacivert takım elbisesi, kösele ayakkabıları tarlalarda dolaşmasından mı ne toprakla yoğurulmuş gibi toz içindeydi. Dolgun, sarı tüylü çehresi güneşte kavrulmuş, tunç rengini almıştı. Kendi kendine konuşur gibi alçak sesle:
- Sınıfındaki kız beni rezil etti. Git nasıl temizleyeceksen temizle!
Diye çıkışarak bana ince mesajı veriyor, öfkesinden burnundan soluyordu.
Hiçbir yere uğramadan doğru sınıfıma gittim. Her zaman kabına sığmayan çocuklarda bir sessizlik vardı. Ama nedendi, niçindi bilmiyordum. Oysa vakit daha yeni girmişti. Dışarıda müdürün tavrı, çocukların hâlleri benim de dikkatli olmama sebep oldu.
Güneşli bir güz havası... Sınıf yoklaması yaparken bir taraftan da çocukları dikiz ediyorum. Her ismini söylediğim ayağa kalkarak "buradayım" diyor, yerine oturuyordu. Ben konuşurken Reyhan isimli küçük talebemin, pembe güllü mavi eşarbının ucunu bir yelpaze gibi yavaş yavaş sallaması dikkatimi çekti. Bakışlarımı kimselere belli etmeden o tarafa kaydırıyordum.
Hileleri sezersin,
Mânileri dizersin,
Sakın kanma onlara,
Deli gibi gezersin!
Yoklamadan sonra bugünkü yapacaklarımızı sıraladım. İlk fişi tahtaya astım. Reyhan'ın başını okşayarak yanına oturdum. Sıkıntısından mı ne küçücük parmağını başörtüsünün ucuna dolayıp dolayıp bırakıyordu. Kimsecikler görmeden eşarbının ucunu ağzına sokuyor, dişleriyle ısırıyor gibi yapıyordu. İyi hatırlıyorum, altın sarısı, balıksırtı desenli, geniş yaka, tek yırtmaçlı takım elbise giymiştim. O senenin modasıydı. Bıyıklarım, saçlarım oldukça gür ve uzuncaydı da. Reyhan'ın defterini kontrol ederken sınıf kapısı tıklandı. Başımı o tarafa çevirdim. Güneşten kum kum parlayan, gri boyalı tahta kapının aralığında bir gölge kımıldıyordu. Merakla gittim, hademe İbrahim amcayla göz göze geldik.
- Müfettiş geldi, seni çağırıyorlar.
- Allah Allah! Hayırdır inşaallah! “Yahu, daha yeni geldim, ne müfettişi” diye söylenerek müdürün odasına yöneldim. Koltukta tıknaz, oldukça kibirli biri oturuyordu.
- Beni istemişsiniz Efendim!
Okuduğu notlarından başını kaldırmadan kaşlarını çattı:
- Başına çaput bağlamış o çocuğu bir daha o şekilde görmeyeceğim! Tamam mı, anlaşıldı mı?
Benim şaşırdığımı görünce:
- Gericilikle mücadele etmek hepimizin vazifesi! Bir daha geldiğimde ilk işim senin sınıfına girmek olacak... O çocuğun; ne yapın, ne edin başını açın! Bu çağ dışılığı görmek istemiyorum! Sonra neler olabileceğini tahmin edersin, demedi deme!
İçimden; "Allah Allah! Çattık be!" deyip "lâ havle" çekerken hayretimi gizleyemiyordum. Müfettiş öfkeyle elini masaya vurdu. Karşısında bir gölge gibi duran bende ise ne bir tepki, ne de bir kımıltı yoktu. Bu sefer de arkamda suçlu gibi iki elini önde kavuşturmuş süklüm püklüm duran müdüre döndü:
- Ah, Ah! Sarı Halil Hoca ah! Hangi devirdeyiz be birader, hangi? Cumhuriyetin ellinci senesinde bak hele ne işlerle uğraşıyoruz? Ah müdür ah! Sakın taviz verme! Sakın ha!
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...