Altın medeniyet Endülüs! İspanya’dan Avrupa’ya doğan İslam güneşi

Abdurrahman bin Muaviye, Fas üzerinden Kurtuba’ya gider. Orada asırlar boyu sürecek bir devletin temellerini atar. Öyle eserler verir ki Batılı yazarlar kitaplarını o güzellikleri tarifle süsler.
ÖMER ÇETİN ENGİN / İLAHİYATÇI - Tarık bin Ziyad ve Musa bin Nusayr’ın Avrupa’daki fetihlerinin üzerinden 30 yıl geçmiştir. Dizginleri ele geçiren Abbasiler, Emevi Hanedanının âdeta dibini kazırlar. Ancak ailenin gençlerinden Abdurrahman bin Muaviye, kız kardeşi ve azatlı kölesi Bedr’le birlikte önce Filistin’e sonra Mısır’a kaçar. Yanında hatırı sayılır bir servet taşır, kaldı ki ayaklarını bastığı yerde devlet kuracak kalite ve çaptadır. Bu yüzden valiler teyakkuza geçer onu yakalamak için her tedbiri alırlar. Bilhassa Abbasilerin Ifrikiyye Valisi El-Fihri tuzak üstüne tuzak kurar. Lakin Abdurrahman bunları atlatır, Fas’a, sonra Kurtuba’ya ulaşır ve İspanya’ya yerleşen Yemenlileri etrafında toplar. Son derece sistemli ve planlı hareket eder, taraftar kazanmaya bakar. Nitekim “Endülüs Emevi” gibi iz bırakan bir devlet kurar. Peki ufak tefek ayaklanmalar? Elbette çıkar ama sertlikten ziyade şefkatle hareket eder ve kanına kasteden düşmanlarını bağışlar. Kısa bir süre içinde iç birliği sağlar ve Frank Kralı Şarlman’ı sıkıştırmaya başlar. Ondan sonra adları genellikle Abdurrahman, Hakem ve Hişam olan 15 sultan gelir ve Endülüs Emevileri tam 275 yıl İspanya ve Portekiz’e hâkim olurlar...
ENDÜLÜS’ÜN MİMARI
Endülüs Emevi Devleti 2. Abdurrahmanlı günlerde en parlak devrini yaşar. İslam tarihçileri onun zamanını “Eyyam-ül arûs” (bayram günleri) diye anarlar. 2. Abdurrahman sükûneti sağladıktan sonra memleketi imara başlar. Müslümanların ilk işi asırlardır işlenmeyen toprakları şenlendirmek olur, ardından harabeye dönen beldeleri “şiir gibi şehir” yaparlar. Yamaçlara taraça taraça asma diker, torunlarının torunları için zeytin aşılarlar. Kentleri havuzlarla, kameriyelerle, nal kemerli mescidlerle donatırlar. Tacirler için pazar yerleri ve kervansaraylar açar, her birinde 500-600 bin yazma eser bulunan muhteşem kütüphaneleri yabancıların da istifadesine sunarlar. Avrupa’nın en gözde üniversiteleri Endülüs’tedir, Rönesansa maya çalarlar. Zavallıları kilisenin karanlığından, engizisyonun zulmünden kurtarırlar. Mağluplara da şefkatle yaklaşırlar ki Batılıların lügatinda “müsamaha” gibi bir kelime bulunmaz.
MASALLAR ÜLKESİ
“Binbir Gece Masalları”nda ne varsa El-Hamra Sarayı’na onu koyar, zarafetin, ihtişamın kitabını yazarlar. Avluda yürüyenler perspektif dersi alırlar. Medinet-üz zehra havuzları tatlı tatlı şırıldar, “hu” çeken kumrulara alkış tutar.
Kurtuba Ulucami sanat tarihçilerine cild cild kitap yazdıracak bir eserdir. Ustalar sırf abanoz minber için yedi yıl uğraşır, işlemeler arasına fildişi kakarlar. Hristiyanlar ve Yahudiler de mabedlerini mescidlere benzetir, olgun mimariyi taklide kalkarlar. Sefirler bu ihtişam karşısında lal olur, ülkelerine gittiklerinde birine bin katarak anlatırlar.
O yıllarda Madrid pis bir köydür, iğrabta mahalli bulunmaz. Müslümanlar suyu kullanmasını bilir, evlerde, helalarda lüleler akıtırlar. Bentlerde tuttukları ırmakları tulumbalarla, çıkrıklarla, dolaplarla yükseltir, kâh kanallarla, kâh kemerlerle taşır, çorak topraklara ulaştırırlar. Hamam kubbelerinin altından buhar taşar. Endülüslü nakıs parasıyla ekmek alma ve hamama gitme arasında tercih yapmak zorunda kalsa ikincide karar kılar. Hâlbuki İspanyol soyluları urbalarında avuçla bit taşır ve teke gibi kokarlar. O devir Katolikleri suya dokunmamayı övünme vesilesi sayarlar!
VADİ-İ KEBİR
Kurtuba içinden geçen Quadalquivir (Vadi-i kebir) tam sandal sefası yapılacak bir nehirdir, hele ki dolunay sularda yıkanıyorsa... Zaten şehir sahil boyunca uzanır, su kenarına birbirinden güzel kasrlar sıralanır.
Kurtuba, 21 banliyösü, 500 camisi, 70 kütüphanesi, 80’i resmî yüzlerce mektebi, 17 lisesi, her dalda eğitim veren muhteşem üniversitesi, 300 hamamı ve 13 bin dokumacısı ile kabından taşar. Al-Andulus edipleri senede 60 bin kitap yazar, Hristiyan gençleri de Arapçaya merak salar, doğu klasiklerinde bambaşka bir dünya bulur, haz alırlar. Muhyiddin Arabi gibi bir zirveyi yetiştiren beldede Kadı Ebubekir, Nureddin Batruci, Kurtubi, Kadı İyad gibi âlimler ders okuturlar. Halkın tamamı okuma yazma bilir ve kitap edinmeye maraklıdırlar.
Coğrafyacı el-İdrisi Çin’i Maçin’i bile atlamaz, mükemmel haritalar çizer, denizcilere sunar. Tabipler cerrahlar kendilerini aşar, bisturi, makas gibi cerrahi aletleri bizzat tasarlar, modern tıbbın reddedemeyeceği ameliyatlar yaparlar.
HAZA METROPOL
Kurtuba, Şam’a, İstanbul’a, Bağdat’a bile fark atar, mukimlerin nüfusu 500 bin civarında seyretse de geleni gideni eksik olmaz, günün herhangi bir saatinde sayım yapılsa milyonu aşar. Hâlbuki Avrupa’nın ünlü kentleri 20 bine bile yaklaşamaz. Müslümanlar, İspanyolların def-i hacetlerini sağa sola yaptıkları yıllarda kanalizasyon sistemini halleder, sokakları çeşmelerle donatırlar. Caddeleri lambalarla aydınlatır, albenili vitrinleri ile göz kamaştırırlar. Parfüm ve parşömenleri ile ünlü Alkazar (el-kasr), eyer, ayakkabı ve ipeklileri ile tanınan Valencia (Belensiye), silahlarıyla meşhur Toledo (Tuleytula), halıları ile şöhret bulan Granada (Gırnata) ve tabakçıların merkezi Zaragoza yıldız gibi parlar. Ünlü Endülüs kumaşlarını (dibace) ülkeler ötesine yollarlar. Madencilik ve metal işlemede çağın önüne geçer, işçilerin ücretini teri kurumadan sunarlar. Hâl böyle olunca döşeğini sırtına vuran Endülüs’e koşar, ülkenin nüfusu 30 milyonu aşar.
ZİRAATTE ZİRVE
Nebatat ve hayvanat üzerinde ciddi çalışmaları ile tanınan Abdullah bin Ahmet el Maliki (İbni Baytar) mükemmel bir botanik bahçesi kurar. Nar, şeftali, hurma, badem, muz, kavun, portakal gibi Afrika meyvelerini ülkeye kazandırırlar. (Bugün bile İspanya’da tarımla ilgili terimler Arapça) Yerli halkı yasemin, karanfil, menekşe ile tanıştırırlar. Endülüs evlerinin avlusunda ufak da olsa bir havuz bulunur ve çiçekler mimariye renk katar. Sahra çocuğu yeşile hasrettir, hiç olmadı pencere önüne birkaç saksı sıralar. Hasılı Müslümanlar çöle dönen İspanya’yı vahaya çevirir kısa zamanda.
Cami avluları portakal ağaçları ve palmiyelerle bezenir, özellikle fesleğen, nane, gül gibi kokulu bitkilerle donatırlar. Öyle ki huzur arayanlar şadırvan başlarına koşar. Kulleteyn havuzlarına Sierra Morena dağlarından kopup gelen serin sular akar, bir yanda müminler abdest alır, bir yanda kuşlar yıkanır. Sudan yana dertleri yoktur ama n’olur n’olmaz der, altı yüz tonluk sarnıçları dolu tutarlar. Endülüslü mimarlar Osmanlıdaki “hünkar mahfili” gibi bir ayrıntıyı yakalar, kendi tarzını da katar, mihrabın yanı başına şık bir “maksure” koyarlar. Hattatlar nakkaşlar kufi yazıyı ustalıkla kullanır, mescitleri ayeti kerimelerle donatırlar... (devam edecek)