Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız? 

Kaynak: HABER MERKEZİ
- Güncelleme:
Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız? 
Yaşam Haberleri  / HABER MERKEZİ

Amenerrasulü Bakara Suresi'nin son iki ayeti olarak biliniyor. Amenerresulü olarak da telaffuz edilen bu iki ayet Müslümanların her yatsı namazından sonra okuduğu ayetlerin başında geliyor. “Âmenerresûlü'yü öğrenin!.. Kadınlarınıza, çocuklarınıza da öğretin. Çünkü bunlar hem Kur'ân-ı kerîm, hem de duâdır.” buyurarak Peygamber Efendimizin tavsiye ettiği ayetlerden olduğu için hem anlamı ve tefsiri hem de hikmet ve faydaları merak ediliyor. İşte Amenerrasulü’ye dair merak edilenler…

İslam tarihi boyunca Müslümanlar, yatsı namazlarında okunması sünnet olduğu için “Amenerrasulü” okumayı ihmal etmemiştir.

Bugün de camilerde namaz bitip, sünnet olan zikir, tespih okunduktan ve dualar edildikten sonra Amenerrasulü imam tarafından sesli şekilde okunur.

Amenerrasulü’nün sesli okunması cemaatten bilmeyenlerin ezberlemesi ve okumayı unutanların hatırlaması içindir.

Hadis-i şerifte her Müslümanın kendisinin okumasını çok sevap olduğu ve pek çok faydaları olduğu bildirilmiştir.

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 1. Resim

AMENERRASULÜ NE DEMEKTİR?

Amenerrasulü Bakara suresinin son iki ayeti olup 285 ve 286’inci ayetleridir.

Kur’an-ı Kerim’de pek çok sure ve ayet-i kerime eğer haklarında özel bir isim yoksa, içinde geçen kelimelerle isimlendirilmiştir. Çoğunlukla da ilk kelimesiyle tanınmıştır.

“Amene’r-Rasûlu, Amenerrasulü, Âmenerresûlü” şeklinde telaffuz edilen kelime de bu iki ayetin başındaki ilk cümlede yer alan ilk ifadedir.

Âmenerrasûlü ifadesi de kelime anlamı olarak; amene iman etti, inandı, rasûlü-resûlü ise peygamber, resul, elçi demektir.

Bu ibarenin geçtiği ilk cümlenin meali şöyledir: “Peygamber (Muhammed aleyhisselâm), Rabbinden kendisine (vahiy olarak) ne indirildiyse ona (Kur’ân’a) îman etti…”

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 2. Resim

AMENERRASULÜ FAZİLETLERİ

Hadis-i şerifte “"el-Ayetani min âhiri sûreti'l-bakarati men karaahüma fî leyletin kefatehu” “Bakara suresinin sonunda öyle iki âyet vardır ki (Âmenerrasûlüyü) kim geceleyin okursa ona bunlar kâfidir.” Buyruluyor.

Amenerrasulü’nün faziletine dair bu hadis-i şerife ek olarak başka hadis-i şerifler bulunuyor:

Gece Âmenerresülüyü okuyana, her şey için yeterlidir. Bu iki âyeti yatsıdan sonra okuyana, geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir.) [Şir’a]

Bana Arşın altındaki hazineden benden önce hiçbir peygambere verilmeyen Bakara sûresinin son âyetleri [Âmenerresülü] verildi. [İ. Ahmed]

Bir rahmet, Kur’an ve dua olan Bekara sûresinin son iki âyetini öğrenin, çoluk çocuğunuza da öğretin. [Hâkim]

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 3. Resim

Vefat eden Müslümanı fazla bekletmeyin, kabrine götürmekte acele edin. Kabrinde onun başucunda Fatiha, ayak ucunda ise Bakara sûresinin sonunu okuyun. [Taberani]

AMENERRASULÜ FAYDALARI

Hadis-i Şeriflerde bildirildiği üzere, Peygamber Efendimizin sünneti olan Amerresulüyü okumanın pek çok maddi manevi faydası bulunuyor.

Sahabelerin de pek çok sözleri bulunuyor. Hazreti Ömer “Akıllı insan, Âmenerresülüyü okumadan yatmaz.” Derken Hazreti Ali ise “Bakara sûresinin sonundan üç âyeti okumadan yatana akıllı denmez.” diyor.

Sahabe meşhurlarından ve en alimleri arasında sayılan Abdullah ibni Mes'ûd “Resulullah efendimize Mi'racda verilen üç özel şey: 1- Beş vakit namaz, 2- Âmenerresülü, 3- Şirk üzere ölmeyenlerin günahlarına şefaat etme salahiyeti.”

İmâm-ı Nevevi “Âmenerrasülüyü okumak, geceyi ihyâ etmeye ve kötülüklerden korunmaya kâfidir.” demiştir.

İbni Âbidîn “Cenazeyi defnettikten sonra, etrafında oturup veya çömelip, sessizce Bekara sûresinin başını ve sonunu okumak, ölü için dua ve istiğfâr etmek müstehaptır.”

Bedreddin Aynî “Âmenerresülüyü okumak, gece ibadet, vird ve zikir yerine geçer. Sevap ve fazilet olarak yeter. O gece, gelebilecek âfetlerden, şeytanın, insanların ve cinlerin şerrinden korur.”

Sözleriyle Amerresulü okumanın faydalarını anlatmışlardır.

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 4. Resim

AMENERRASULÜ OKUNUŞU VE MEALİ

Amenerrasulü latin alfabesiyle okunuşu şu şekildedir:

Bakara-285

Amene-rrasûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihi velmu/minûn

kullun âmene billâhi ve melâ-iketihi ve kutubihi ve rusulih

lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih

ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ ġufrâneke rabbenâ ve-ileyke-lmasîr

Bakara-286

Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ

lehâ mâ kesebet ve’aleyhâ me-ktesebet

rabbenâ lâ tu-âḣiznâ in nesînâ ev aḣta’nâ

rabbenâ velâ tahmil ‘aleynâ isran kemâ hameltehu ‘ale-lleżîne min kablinâ

rabbenâ velâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih

vea’fu ‘annâ vaġfir lenâ verhamnâ

ente mevlânâ fensurnâ ‘ale-lkavmi-lkâfirîn

BAKARA SURESİNİN 285’İNCİ AYETİ KERİMESİNİN MEALİ

“Peygamber (Muhammed aleyhisselâm), Rabbinden kendisine (vahiy olarak) ne indirildiyse ona (Kur’ân’a) îman etti. Müminler de (îman etti). Hepsi (onlardan herbiri) Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman etti. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında (Yahûdi ve Hıristiyanların yaptığı gibi bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak suretiyle) ayırım yapmayız (dediler).

Ve dediler ki: (Bizlere tebliğ edilen emirleri, vahiyleri) işittik ve (onları kabul ederek) itâat ettik. Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz (af edilmemizi dileriz), (âhirette) dönüş ancak sanadır (senin huzurunda hesap vermek üzere toplanacağız).”

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 5. Resim

BAKARA SURESİNİN 286’INCI AYETİ KERİMESİNİN MEALİ

“(Yüce) Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı (hayır, iyilik, sevap) lehine, yaptığı (şer, kötülük) de aleyhinedir. (Hiç kimse başkasının günahından dolayı sorumlu tutulmaz.)

Ey Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata ettikse (bir kastımız olmadan doğru olanı terk ettikse, önceki ümmetleri onunla hesaba çektiğin gibi) bizi hesaba çekme!

Ey Rabbimiz, önceki (ümmet)lere (İsrâil oğullarına tevbede kendilerini öldürmelerini, zekâtta malın dörtte birini vermelerini, elbisenin pislenen yerini kesmelerini) yüklediğin gibi bize ağır yük yükleme!

Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü (taşımaya katlanamayacağımız sıkıntı, belâ ve azâbı) da yükleme! Bizi(m günahlarımızı) af eyle.

Bizi(m ayıplarımızı ve kusurlarımızı da) mağfiret eyle (ört, bizi utandırma ya Rabbi!).

(Fazlını, ihsanını göndererek ve mizanda sevabımızı ağır kılarak) bize rahmet eyle!

(Biz kuluz ve her şeyimizle sana muhtacız.) (Sen) bizim Mevlâmız (seyyidimiz, yardım edenimiz ve bütün işlerimizin yaratanı ve idâre edeni) ancak sensin.

(Senin gönderdiğin İslâm dinini kabul etmeyen) kâfir kavimlere (ve düşmanlara) karşı bize yardım eyle (Allah’ım)!”

Not: Bundan önceki âyet-i kerîme [Bakara, 84] nâzil olduğu zaman, Mü’minler vesvese gibi kalplerinden geçenlerden hesaba çekilmenin üzerlerine ağır geldiği konusunda endişelerini beyan edince, bu âyet-i kerîmeler [Bakara, 2/86] nâzil olmuştur.

Amenerrasulü Türkçe anlamı, okunuşu ve faziletleri! Bakara suresinin bu ayetlerini ne zaman okumalıyız?  - 6. Resim

AMENERRASULÜ’NÜN TEFSİRİ

Amenerrasulü’nün bütün ayeti kerimeler gibi derin anlamları bulunuyor.

İslam alimleri tefsirlerinde bu manalara geniş yer vermişlerdir.

Osmanlı Devleti’nde uzun zaman şeyhülislamlık yapan Muhammed Ebussuud Efendi’nin en meşhur tefsirlerden birini yazdığı biliniyor.

Beydâvi, Celâleyn, Bursevi gibi pek çok tefsir kitabından hazırlanan bu kitapta, Ebussuud Efendi Amenerrasulü’yü şöyle tefsir etmiştir:

Ebî Mes'ûddan (radıyallahu anh) rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur. "el-Ayetani min âhiri sûreti'l-bakarati men karaahüma fî leyletin kefatehu / Bakara sûresinin sonunda öyle iki âyet vardır ki kim onları bir gecede okursa ona yeter." 

Bu konuda Ebû Zerr el-Gıfarîden (radıyallahü anh) rivâyet edilen bir hadis daha vardır ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Allahü teâlâ Bakara sûresini öyle iki âyetle bitirdi ki, bu âyetleri bana Arşin altındaki bir hazineden verdi! Bunları öğrenin. Kadınlarınıza, oğullarınızı da öğretin. Çünkü bunlar hem namaz, hem Kur’ân, hem de duadır." (Sahih-i Müslim ve Şerhi, Cilt: 4, Sayfa: 379)

Abdullah b. Mes'ûd'a (radıyallahü anh) dayanan bir rivâyete göre de "Mirac'ta Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) üç şey verilmiştir:

  • Beş vakit namaz, 2- Bakara sûresinin son âyetleri, 3— Ümmetinden şirk koşmayanların büyük günahlarının affolunması

Bakara Suresi 285

"Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene (Risâlet ve Kur’ân) imân etti. Mü'minler de imân ettiler. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitablarma ve Resullerine imân ettiler.

Biz Allah'ın Resulleri arasından hiçbirini ayırmayız; işittik ve itaat ettik.

Ey Rabbimiz! Senden bağışlamanı dileriz. Dönüş ancak Sanadır; dediler."

A- "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene (Risâlet ve Kur’ân) imân etti . Mü'minler de imân ettiler ."

Bakara (2) sûresinin başında, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilen şânı yüce Kur’ân-ı Kerîmin takva sahipleri için bir hidâyet olduğu belirtildikten sonra takva sahipleri de üstün vasıflar taşıyan ve ezcümle Allah'a (celle celâlühü) ve O'nun daha önce indirdiği Kitablara imân eden, hidâyete ve felâha eren kullar olarak tarif edilmişti. Ancak orada, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti için özellikle bir tâyin ve tahsis yapılmamış ve onların bu sıfatları taşıdıkları da sarahatle belirtilmemişti. Çünkü orada bu konuda bifki bir hüküm mevcut değildi. Ve onun Yani Bakara sûresinin ilk 5 âyetinden sonra da, açıkça kâfirlerle münafıkların hâlleri beyân edilmişti. Bundan sonra da çeşitli şeriatler, hükümler, öğütler, hikmetler, eski ümmetlerin haberleri ve ilâhî hikmetin gerektirdiği diğer konular zikredilmişti, işte bütün bunlardan sonra bu sûrenin sonunda bu üstün imân ehli açıklanıyor ve Allah (celle celâlühü) tarafından onların imânının kemâline ve itaatlerinin güzelliğine şahadet ediliyor.

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bu sûrenin başında (îman bölümünde) muhatab olarak, burada ise gıyaben zikredilmiştir. Çünkü asırlar boyu baki olan bir şahadete uygun üslub, kendisi için şahadet edilenin muhatab alınmamasıdır.

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), burada, şanlı şerefli bir Kitab ve yeni bir şeriat sahibi olduğunu belirten risâlet (Resul) unvanıyla zikredilmesi, "bima ünzile ileyhi / kendisine indirilene.." ifâdesine bir hazırlık ve ilâve bir izah sayılır. Çünkü Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, kendilerine imân edilen Peygamberlere dahildir.

Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Rabbi tarafından kendisine indirikne imânından murad, Kur’ân-ı Kerîm'de bulunan bütün şeriatlere, hükümlere, kıssalara, öğütlere, diğer Peygamberlerin hâkerine, ilâhî Kitablara ve şâir konulara ilişkin tafsik bir imândır. Kur’ân'ın ihtiva ettiği hükümlerin hakkaniyetine, verdiği haberlerin doğruluğuna ve benzeri hususlara imân etmekse, bu tafsıili imânın şubelerindendir.

Burada icmali ifâde kullanılması "Âmene'r-resulü bimâ ünzile ileyhi / Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene imân etti" denmesi, onun makamını yüceltmek içindir. Fakat bu aynı zamanda Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) imânının, kendisine geien vahyin bütün tafsilât ve muhtevasını içerdiğinin bir başka suretle beyânıdır.

".. İleyhi min rabbihi / Rabbinden kendisine" ifadesiyle rubûbiyet unvanının zikri ve Rabb kelimesinin, Peygamberimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yerini tutan zamire izafesi (Rabbinden denmesi), Peygamberimiz için büyük bir teşrif ve aynı zamanda Kur’ân'ın, kendisine vahyedilmesinin onun için ilâhî bir terbiye ve kemâle erdirme olduğuna dikkat çekmek içindir.

B- "Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitablarına ve Resullerine imân ettiler ."

Mü'minlerden maksad, bu isimle mâruf olan fırkadır.

"Âmene / imân etti" fiilinin zamiri, mü'minlere râci'dir ve tekil vârıd olmuştur. Çünkü burada, "Hepsi boyunları bükük olarak O'na gelirler.)" (Neml 27/87) mealindeki âyette olduğu gibi maksud, toplanma mânâsına itibâr edilmeksizin, mü'minlerin her ferdinin imân etmiş olmasıdır.

Bu cümlede üslubun, makablinden farklı oluşu, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) müşahede ve görgüye dayanan imânı ile mü'minlerin hüccet ve delilden doğan imânı arasındaki açık farkı te'kid ile bildirmek içindir. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) imânı ile mü'minlerin imânı, her yönden birbirinden farklıdır. Hattâ onları ifâde eden teritib biçimleri de birbirinden farklıdır.

Burada isnad tekrarlanmış (Allah'a, meleklerine... îmân, hem mü'minlere, hem de hepsine); mü'minlerin her ferdinin, imânına hükmedilmiştir. Ama takviye ve te'kide muhtaç bir nevi kapalılık vardır.

Daha açık bir deyişle mü'minlerin imânının anlam ve kapsamı şudur:

Allah (celle celâlühü) birdir, O'nun ilâh ve mâbûd olarak eşi, ortağı yoktur.

Melekler, Allah'ın ikramına mazhar olmuş (mükrem) kullarıdır.

Allah Kitablarını insanlara melekler vâsıtası ile indirmiş ve Peygamberlerine onlar aracılığı ile vahyetmiştir.

Ancak meleklere olan imânın mâhiyeti, onların kendi varlıklarının zâti hususiyetlerinden değil, fakat Allah'a olan izafetleri (aidiyetleri) itibariyledir. Nitekim bu husus, âyetin nazmındaki tertipten de anlaşılır.

Allah (celle celâlühü), vaz'ettiği dinin emir ve nehiylerine kullarını, insanları irşad için Kitablar ve Resuller göndermiştir.

Ancak mü'minlerin, Allah'ın (celle celâlühü) Kitablarına ve Resullerine olan bu imânı mutlak değildir. Burada o ilâhî Kitabların her birinin, Allah (celle celâlühü) katından belli bir Peygambere indirildiğine imân söz konusudur. Nitekim,

"Deyin ki: Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrâhîm'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve onların esbat (torunlar)ma indirilenlere, Mûsa ve İsâ'ya verilenlere ve Rabblerinden diğer nebilere verilenlere imân ettik. Onlar arasından hiçbirini ayırmayız." (Bakara 2/136) mealindeki âyette de bu husus dile getirilir.38

38 - Ebû Hüreyre tarafından rivâyet edildiğine göre Ehl-i Kitab, Tevrat'ı İbranice okuyup Müslümanlara Arapça açıklıyorlardı. Bu nedenle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):, "Lâ tüsaddekuu ehle'l-kitabi velâ tükezzibûhüm ve kuulû: Amenna billahi vemâ ünzile ileyna.. / Ehl-i Kitab'ı ne doğrulayın ne de yalanlayın; Allah'a inandık, bize indirilene de, İbrâhîm'e, İsmail'e, İshaak'a, Yakuub'a ve torunlarına indirilenlere; Mûsa'ya, İsâ'ya verilenlere ve bütün Peygamberlere Rabblerinden verilenlere imân ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız. Biz Allah'a teslim olmuş Müslümanlarız; deyiniz, " buyurdu. (Tecridi Sarih Şerhi, Cilt: 11, Sayfa: 51)

Mü'minlerin imânı, esasta belli bir ilâhî kitaba veya belli bir Peygambere mahsus ve münhasır değil fakat hepsine Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ona indirilmiş olan Kitaba da şâmildir. Nitekim zikredilen âyet-i kerîme (Bakara 2/136) de bu hakikati ifâde eder.

Ancak bu imân, eski ilâhî kitabların hüküm ve şeriatlerınin hâlen tamamen veya kısmen geçerli ve bu geçerliliğin o kitablara izafetle, o kitablara müstenid olmasından değildir. Çünkü eski semavî kitabların her birinin kapsadığı hükümler, başka bir semavî kitab gelip onu neshedinceye (geçersiz kalıncaya) kadar hak ve sabittir. Eğer bu kitabların şeriat ve hükümlerinden şimdiye kadar neshedilmemiş bazı kısımlar kalmışsa bunların, kıyamete kadar neshten masun ve mahfuz bulunan Kur’ân'ın hükümlerinden madût olmasındandır.

Daha önce geçen;

"Yüzlerinizi doğu ve batı yönlerine çevirmeniz birr (hayır, erginlik) değildir. Fakat asıl birre (hayr) erenler; Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitablara, Peygamberlere imân ederler..." (Bakara 2/177) mealindeki âyette görüldüğü gibi, burada âhiret gününe imân zikredilmemiştir. Çünkü bu imân da, Allah'ın Kitablarına olan imânın şümulü içindedir.

"Kütübihi / O'nun Kitabları" kelimesi, bir kırâete göre "Kitabini / O'nun Kitabı" şeklinde de okunmuştur. Buna göre kitabtan murad ya Kur’ân-ı Kerîm'dır ya da;

"İnsanlar (evvelce) bir tek ümmet (ümmet-i vahide) idi. Sonra Allah, mübeşşir (müjdeleyici) ve Münzir (korkutucu, uyarıcı, inzar edici) olarak Peygamberler gönderdi. Onlarla beraber ihtilâfa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak olarak Kitab da indirdi." (2/213) mealindeki âyet-i kerîmede betirtildiği gibi kitab cinsinden bir tebliğdir.

Cins ile çoğul arasındaki fark şudur: Cins, daha çok cinsin fertleri için, çoğul ise cinsin çoğulları için kullanılır. Bundan dolayı "kitabın cinsî, kitabın çoğulundan daha kapsamlıdır" denir.

"Ve kütübihi ve rusulihi / Kitablarına ve Peygamberlerine" ifâdesi, daha önce geçen "Bima ünzile ileyhi min rabbihi // Rabbinden kendisine indirilene" ifâdesindeki icmale bir nevi açıklamadır.

Mü'minlerin imânı konusunda âyette zikredilen unsurlarla iktifa edilmesi mü'minlerin her birinde mevcud icmâlî imân için bunun yeterli olduğunu, bildirmek içindir. Fakat bu asgarî imânın hiçbir zaman ziyâdeleşmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü tafsili imân mertebelerinde mü'minlerin, imân seviyeleri ve dereceleri arasında zorunlu olarak büyük farklar vardır. Zira hikâyedeki (mü'minlerin imânının anlatimındaki) icmal, hikâye edilen o imânın da icmali olmasını gerektirmez. Nitekim bu âyette, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) imâm hikâye edilirken, "Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene imân etti." buyrulmak suretiyle icmal yapılır. Oysa Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) îmânı, Rabbinden kendisine indirilen şeylerin büyüklerinin de, küçüklerinin de tafsilatına taallûk ettiği açık bir gerçektir.

Bu âyette imânın unsurları olarak zikredilenler, ancak Alîm (her şeyi bilen) ve Habîr (her şeyden haberdar) Allah'ın vaakıf olduğu gaaib şeylerdendir. Bunlara imân, bu sûrenin başında zikredilen gaybe imânı tasdik için birer kıstas olmuştur. Bu âyette söz konusu olan Allah'ın (celle celâlühü) kitablarına imân, sûrenin başında vârıcl olan,

"Onlar (takva sahibi olanlar), sana indirilene ve senden önce indirilenlere de inanırlar." (2/4) mealindeki âyette zikredilen imâna işaret eder.

Bu izah şekli, Kur’ân'ın yüce şânına lâyık olan ve ona yaraşan yorumdur.

Bunun dışında, "ve'l-mü'minûne / mü'minler de" kelimesini, âyetin başındaki "c'r- Resulü / Resul" kelimesine atfetmek de caiz sayılmıştır. Buna göre âyeti okurken "ve'l-mü'minûn / mü'minler de" kelimesi sonunda vakıf yapılır (kelimenin sonundaki hareke okunmayarak biraz durulur). O takdirde mânâ şöyle olur: "Peygamber ve mü'minler, Rabbinden kendisine indirilene imân ettiler. Hepsi Allah'a, meleklerine, Kitablarına, Peygamberlerine imân ettiler."

Ancak bu tefsire göre, imân konusunun (Rabbinden kendisine indirilen), matuftan (mü'minler kelimesinden) önce zikredilmiş olması, imânın şânına olan ilgiden ve bu imânda, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) imânının asıl olduğunu zımnen bildirmek istenmiş olmasındandır.

Ancak bu ikinci tefsir şeklinde, birıncisindeki kemâl ve Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şânını yüceltmek, imânını tâzîm etmek anlamı olmadığı gibi, âyetin nazm-i kerîminin mükemmeliyeti de ihlâl edilmiş olur. Çünkü eğer âyette zikredilen her iki imân gerek bizatihi imân olarak, gerekse tafsilata taallûku itibarıyla, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şânına lâyık bir imân olarak alınırsa, bu imânın, Peygamberimiz'den (sallallahü aleyhi ve sellem) başkasına isnadı imkânsız olur ve böylece imânın tekrar zikredilmesinin bir anlamı kalmaz.

Yok eğer bu iki imân, ümmetin bütün fertlerinin şânına lâyık (herkesin seviyesinde) bir imân anlamında alınırsa, o zaman da, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce kadri tenzil edilmiş olur.

Bu ıkı imân, zât olarak da tafsilata taallûk eden imân olarak da, nisbet edildikleri her şahsın seviyesine uygun bir imân olarak alınırsa; başka bir deyişle bu iki imân, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) nisbetle, bütün tafsıilî ve ayanı (açık) bir imân; ümmetin fertlerine nisbetle, onların hâline uygun icmali veya tafsıilî bir imân olarak alınırsa, bu apaçık bir zorlama yorum olur ki, Kur’ân sahasını benzerlerinden temizlemek gerekir.

C- "Biz Allah'ın Resulleri arasından hiçbirini ayırmayız ."

Gerçek imân sahibi mü'minler şunu derler:

"- Biz bir kısmına imân, bir kısmını da inkâr etmek suretiyle peygamberler arasında ayırım yapmayız; fakat her birinin risaletinin doğruluğuna inanırız."

Mü'minlerin, imânlarını bu suretle takyid ve tahsis etmeleri, hakkı ortaya koymak ve iki Ehl-i Kitab'ın (Yahudiler ile Hıristiyanların) hatâlarını açıklamak içindir. Nitekim her iki Ehl-i Kitab da, Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) inkâr noktasında birleşmişlerdir. Ayrıca Yahudiler, İsa'yı (aleyhisselâm) da inkâr etmişlerdir. Kaldı ki, mü'minlerin bundan asıl maksadları, onların inkâr ettikleri Peygamberimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) risâletine olan imânlarını açıklamaktır; yoksa Ehl-i Kitab'ın inandıkları hususlarda onlara muvafakatlerini belirtmek değildir.

İşte gördüğün gibi, âyetin anılan kısmını söyleyenler,

Peygamberler arasında ayırım yapmayız" diyenler özellikle mü'minlerdir. Çünkü bu sözlerin Peygamberimiz'e (sallallahü aleyhi ve sellem) isnad edilmesi, yani onun:

"-Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız" diyerek bununla, imânını açıklamak ve dâvasında kendini onaylamak istemesi mümkün değildir.

Mü'minlerin, ilâhî kitablar arasında da bir ayırım yapmadıklarından söz edilmemiştir. Çünkü zikredilen husus, bunu zaten içermektedir. Bu gerekirlik iki taraflı, olduğuna göre bunun aksi zuhur etmemiştir. Çünkü ayırımda asıl olan Peygamberlerdir. Ayırımı yapanların kitabları inkâr etmeleri, Peygamberleri inkâr etmelerindendir.

Âyetteki külliyet (hepsi) mânâsına nefirden (ayırım yapmayizdan) sonra itibâr edilmek, bunun aksi olmamalıdır. Çünkü burada maksad, nefyin şâmil olması (hepsini kapsamasi)dır, yoksa şümulü (kapsamın hepsini) nefyetmek değildir.

"- Biz, Allah'ın Resulleri arasından hiçbirini ayırmayız." ifâdesinde, hangisi olursa olsun Peygamberlerden biri ile diğerleri arasında ayırım yapmamak gereğine sarahatle delâlet vardır. Ama "ahad / hiçbiri" kelimesi olmaksızın yalnız,

"- Allah'ın Peygamberleri arasında ayırım yapmayız."

mealinde bir ifâde vârid olsaydı, söz konusu mânâya bu kadar sarih delâlet olmazdı.

Bu âyete benzedik arz eden;

"Biz Allah'a; bize indirilene; İbrâhîm'e, İsmail'e, İshaak'a, Yakuub'a ve onların esbat (torunlar)ına indirilenlere; Mûsa ve İsa'ya verilenlere ve Rabblerinden diğer nebilere verilenlere imân ettik. Onlar arasından hiçbirini ayırmayız ve biz O'na teslim olmuş Müslümanlarız." (Bakara 2/136)

mealindeki âyette, Peygamberler, "minhüm / onlardan" zamiri ile ifâde edilmiş iken, burada "ve kütübihi ve rusulihi"den sonra zamir kullanılmayıp "min rusulihi / O'nun Resullerinden" ifâdesinin tercih edilmesi,

1- ya meleklerin de bu hükme dahil olduğu vehmini bertaraf etmek (çünkü daha önce âyette meleklerin de zikri geçtiği için, zamir kullanılması hâlinde zamirin melekleri de kapsadığı vehmi doğabilirdi),

2- ya aralarında ayırım yapmamanın sebebini zımnen bildirmek (çünkü Resuller kelimesi kullanıldığından, hepsi de Resul olduğu için aralarında ayırım yapmayız, anlamı ifâde edilmiş olur),

3- ya da ayırım konusuna imada bulunmak içindir. Çünkü esas olan, Peygamberler arasında peygamberlik (risâlet) bakımından hiçbir ayırma yapmamaktır fakat bu Peygamberlerin şahsiyet ve nübüvvette bazı özel farklılıklarla temayüz etmedikleri anlamına gelmez.

Ç- "İşittik ve itaat ettik ."

Bu cümle, daha önce geçen "âmene / imân etti" cümlesi üzerine atıftır. ("İman etti" ifadesinde tekil kipi kullanıldığı hâlde) burada çoğul kipinin kullanılması, (lâfız değil, ) mânâ ciheti gözetildiği içindir. (Yani imân etti fiilinin de, dediler fiilinin de faili küll — hepsi'dir; birinci fiilde lâfız, ikincisinde ise mânâ ciheti gözetilmiştir. Çünkü küll / hepsi, mânâ itibariyle çoğuldur.)

önce mü'minlerin imânı, daha sonra bu cümlede de onların ilâhî emirlere uygun hareketleri anlatılmıştır. Mü'minler, ilâhî buyruklara uyduklarını ifâde etmek üzere şöyle demişlerdir:

"- Biz, gelen hak vahyi anladık, onun doğruluğuna yakînen imân ve bu vahyin içerdiği emirlere ve yasaklara itaat ettik."

Bir görüşe göre de bu cümle,

"- Biz, senin dâvetine icabet ve emrine itaat ettik." demektir.

D- "Ey Rabbimiz! Senden bağışlamanı dileriz. Dönüş ancak Sanadır; dediler."

Daha açık bir deyişle:

"- Ey Rabbimiz! Sonsuz mağfiretinle bizleri bağışla yahut daha önceki, geçmiş günahlarımızı (mütekaddim zünûbumuzu) ve beşer olarak tamamen arınamayacağımız taksiratımızı mağfiret eyle." diye duâ ettiler.

"Semi'na ve ata'na / işittik ve itaat ettik" ifâdesi, mağfiret talebinden önce zikredilmiştir. Çünkü, vesileyi meskilden (istenen, taleb edilenden) önce zikretmek, icabet ve kabul için daha uygundur.

"Rabbena / Ey Rabbimiz" hitabiyle rubûbiyet unvanının zikredilmesi ve bunun mü'minlerin yerini tutan zamire izafe edilmesi, yalvarıp yakarmayı mübalağa ile ifâde etmek içindir.

Önünde sonunda ölümle ve ondan sonra yeniden dirilme ile nihaî dönüş yalnız Allah'adır. Bu cümle, makabli için bir zeyl olup kulların ilâhî mağfirete olan ihtiyaçlarını açıklar. Çünkü Allah'a dönüş, hesap ve ceza (karşılık bulmak) için olacaktır.

Bakara Suresi 286

"Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez. Kişinin kazandığı sevab da, işlediği günah da kendisine aittir.

Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma.

Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme.

Ey Rabbimiz! Güç yetircmeyeceğimiz bir şeyi bize yükleme!

Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et ve bizi muzaffer kıl."

A- "Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez ."

Bu cümle, kulların talebi ve niyazı olmadan daha başlangıçta Allah'ın lütuf ve rahmetinin güzel eserlerini izhar eder. Nitekim ileride bu hakikat açıklanacaktır. Rivâyet olunuyor ki,

"İçinizdekileri açığa vursanız da, gizieseniz de, Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir." (Bakara 2/284)

mealindeki âyet nazil olunca, bunun hükmü, Ashâb-ı Kiram'a çok zor geldi. Resûlüllah'a huzurunda diz çökerek dediler ki:

"- Ya Resûlallah! Biz namaz, oruç, hacc ve cihad gibi gücümüzün yettiği amellerle mükellef kılındık. Şimdi de sana bu âyet nazil oldu; buna ise bizim gücümüz yetmez."

O zaman Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara:

"- Siz de, sizden önceki iki Ehl-i Kitab (Yahudiler ve Hıristiyanlar) gibi "işittik ve isyan ettik" demek mi istiyorsunuz? Hayır, siz şöyle deyin:

"- İşittik ve itaat ettik, ey Rabbimiz gufranını dileriz! Dönüş yalnız Sanadır; buyurdu." (Bakara 2/285)

Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) huzurunda bulunan cemaat de bunu okumaya başladılar. İşte o zaman "Amene'r-resûlü" âyeti nazil oldu. Bundan bîr süre sonra da;

"Allah, kimseye gücünün üstünde, kaldıramayacağı bir yük yüklemez" âyeti indirildi.39

Bakara (2) sûresinin 284. âyetindeki "içinizdekileri gizieseniz de" den maksadın, insanların sakınmaya güçlerinin yetmediği o gayri ihtiyarî akla gelen şeyler değil fakat özellikle gerçekleştirmeye azmettikleri kötülükler olduğu beyân buyruldu. Böylece onların ağır gördükleri yükler hafifletildi.

Teklif; kişiye yükümlülük, mükellefiyet yüklemek, içinde külfet ve meşakkat bulunan bir işi ilzam etmek, yapmaya zorlamaktır.

el- Vüs'u', lügatta bolluk, gına, servet, güç, kuvvet, takat, kudret; vüs'a't ise genişlik, bolluk, kudret, kuvvet, takat demektir. İnsanın vüs'u'nda veya vüs'a'tinde olan da insana sıkıntı ve darlık vermeyen, genişlik içinde yapılabilen işlerdir.

Hulâsa, Allah'ın sünneti, değişmez kanunu odur ki, bu ümmete kendi katından bir lütuf ve rahmet olarak, güçlerini ve imkânlarını sonuna kadar kullanmadan, genişlik içinde, kolaylıkla yapabildikleri işlerle onları mükellef kılmıştır. Nitekim meâlen,

" Allah sizin için kolaylık diler; zorluk dilemez." (Bakara 2/185) buyurulmuştur.

Bu ilâhî kelâm, Allah'ın (celle celâlühü), kullarını muhal işlerle mükellef kılmadığına delâlet eder; fakat bunun imkânsız olduğuna da delâlet etmez.

B- "Kişinin kazandığı sevab da, işlediği günah da kendisine aittir ."

Bu ifâde, mükellefiyetlerin vecibelerini korumaya ve onları ihlâl etmekten sakınmaya teşviktir. Çünkü her şahsın mükellefiyetleri, hafifletme ve kolaylaştırma nimetini taşımakla beraber, ilâve bir fayda daha sağlamaktadır ve bu fayda başkasına değil, bizzat kendisine dönmektedir. O mükellefiyetlerin ihlâli de, bir zarar doğurur ve bu zarar da, başkasını değil, yalnız ihlâl edenleri kuşatır. Zira bir fiilin faydasının failine mahsus olması, o fiilin tahsiline en büyük teşviktir. Onun zararının da yalnız kendisine âit olması, o fiili işlemeye en büyük engeldir.

Herkesin yapmakla mükellef olduğu hayrın sevabı yalnız kendinedir; müstakil veya müşterek olarak başkasına değildir ve yine herkesin terk etmekle mükellef olduğu hâlde iktisap ettiği şerrin azabı da, müstakil veya müşterek olarak başkasına değil fakat yalnız kendinedir.

Şer için iktisab kelimesi kullanılmıştır. Çünkü iktisabta, işi benimsemek anlamı vardır ki bu da nefsin şerre fazla ilgi göstermesinden ve tahsili için fazla çaba harcamasından ileri gelmektedir.

C- "Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma)."

Daha önce teklifin sırrı beyân edildikten sonra burada da mü'minlerin diğer duaları ifâde ediliyor. Şöyle ki:

"- Ey Rabbimiz! Yükümlülüklerimizi yerme getirmekte unutma (nisyan) veya yanılma (hata) sonucu doğan taksir ve ihmalden ya da sırf unuttuğumuzdan ve yanıldığımızdan dolayı bizi muaheze eyleme!"

Çünkü unutma ve yanılmadan dolayı sorumlu tutulmaya aklen bir engel yoktur. Zira günahlar zehirler gibidir. Bu itibârla unutarak veya yanılarak da olsa, günahlara bulaşmak bile azab sebebi olabilir. Ve Allah'ın kullarını bundan dolayı sorumlu tutmayacağını va'd buyurması da, bunun vukuunun imkânsızlığını gerektirmez. Çünkü bu, Allah'ın lütuf ve rahmetinin eseridir. Nitekim Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Rüfia' a'n ümmeti el- hatâü ve'n-nisyan / Ümmetimden hatâ ve nisyandan doğan sorumluluk kaldırılmıştır" şeklindeki sözleri de bu hakikati açıklar.

Rivâyet olunuyor kı, eski İsrâıloğulları döneminde Yahudiler, unutarak bir günah işledikleri zaman, onlara acilen bir azab geliyordu.

Şu hâlde mü'minlerin, unutma ve yanılma sonucu olarak işledikleri günahlardan sorumlu tutulmayacaklarını bildikleri hâlde bu duada bulunmaları, bu lütfün devamı için bir niyaz ve bu nimete büyük önem vermek anlamındadır. Nitekim:

"Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla va'dettiklerinı de ikram eyle ve kıyamet günü bizi rüsvay etme." (Al-i İmran 3/194) âyetinde ki duâ da bu anlamdadır.

Ç- "Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yaptığın gibi bize de ağır bir yük yükleme ."

Bu cümle de, kendisinden önceki duâ cümlesi üzerine atıftır. İki cümle arasına nidanın girmesi (Ey Rabbimiz! denmesi) yakarışı (tazarruu) daha fazla tebarüz ettirmek içindir.

"Isr", lügatte, kişiyi yerinde hapseden (hareket ettirmeyen) ağır yük anlamındadır. Burada kastedilen mânâ ise, zor mükeliefiyetlerdir. Bununla beraber bu cümledeki kelimeler değişik mânâlara gelecek şekillerde de okunmuştur. Şöyle ki:

1- Isr, tevbesi olmayan günahtır. Buna göre anlam;

"- Bizi bu günahı işlemekten koru ya Rabbi!" olur.

Isr kelimesi "yükler" anlamında çoğul olarak "asar" dır. Buna göre anlam;

"- Bizi bu günahları işlemekten koru ya Rabbi!" olur.

"Velâ tahmil / yükleme!", kelimesi mânâda mübalağa için teşdid ile "velâ tühammil" şeklinde de okunmuştur. Bu takdirde mânâ;

"- Ey Rabbimiz! Bizden önce İsrâiloğullarına yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!" olur.

Eski İsrâiloğullarının mükellef bulundukları ağır yükler şöyle sıralanabilir:

Tevbede nefsi (aşırı mahrumiyetlerle) zelil ve kahretmek,

Necasetin eşyaya bulaştığı yeri kesip atmak,

Bir gün bir gecede cilt namaz kılmak,

- Malların dörtte birini zekât olarak vermek ve benzeri diğer ağır mükellefiyetler.

Isrâiloğulları, toplum olarak büyük bir hatâ işledikleri zaman daha önce kendilerine helâl olan bazı yiyecekler onlara haram kılınıyordu. Nitekim Allah (celle celâlühü) meâlen şöyle buyurur:

"Yaptıkları zulümler ve bir çoklarını Allah yolundan alıkoymalarından dolayı daha önce kendilerine helâl kılınmış olan tertemiz şeyleri (tayyibatı) Yahudilere haram kıldık." (Nisa 4/160)

Oysa Allah bu ümmeti kendi lütuf ve rahmetiyle bunların benzeri ağır yüklerden korumuş ve onlar hakkında meâlen şöyle buyurmuştur:

"Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir." (A'raf 7/157)

Peygamber'de (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Büı'stü bi'l-hanîfiyyeti'l sehleti's-semhah / Ben hanîflik, kolaylık ve müsamaha dini ile gönderildim."

Yine Cenab-ı Allah, bu ümmeti, eski ümmetlerin duçar oldukları mesh'ten (şekli değiştirilmek), hasften (yerin altına geçirilmek) ve benzen hâllerden korumuştur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Rüfia' a'n ümmeti el-hasfü ve'l-meshu ve'l-ğarak / Benim ümmetimden hasf, mesh ve gark (topyekûn suda boğulma) kaldırılmistir."

D- "Ey Rabbimiz! Güç yetiremiyeceğimiz bir şeyi bize yükleme !"

Bu cümle de, önceki duâ cümlesi üzerine atıftır. Bu duada da, tefrit ve taksirat yüzünden gelecek ilâhî azablardan muafiyet niyaz edilir. Niyaz şudur:

"- Ey Rabbimiz! Bizi ağır yükümlülüklere muhatab kılma ve o yükümlülükleri muhafazadan doğacak tefritlerimiz ve taksiratımız yüzünden de bize azab eyleme!"

Ancak bu noktada değişik tefsirler vardır:

1- İlâhî azabların indirilmesinin, tahmil (yükleme) olarak ifâde edilmesi, bu azablara sebebiyet veren mükellefiyetler itibariyledir.

2- Bu duâ cümlesi de bir öncekinin tekrarıdır. Ancak önceki duada yer alan "ısr / ağır yük" burada mübalağalı olarak "lâ taakate / güç yetmeyen" ifadesiyle tasvir edilmiştir.

3- Bu Allah'tan İl hakikaten beşerî gücün yetersiz kaldığı şeylerle mükellef olmaktan muafiyet dilemektir. Bu da bunun aklen caiz olduğuna delildir. Çünkü eğer caiz olmasa, ondan kurtulmak niyaz edilmezdi.

E- "Bizi Affet, bizi bağışla, bize acı ."

Daha açık bir deyişle:

"- Bizim günahlarımızın eserlerini sil! Bizim ayıplarımızı, kusurlarımızı ört! Şahitlerin huzurunda bizi rezil, rüsvay etme! Bize lütuf ve merhamet eyle!"

Bu duada aff ve mağfiret talebi, rahmet talebinden önce zikredikcüştir, Çünkü tahliye, tehliyeden (süslemeden) önce gelir. (Bir mekân önce tahliye edilir, sonra güzelleştirilir.)

F- "Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et ve bizi muzaffer kıl."

"-Sen bizim Efendimizsin, biz de Senin kullarınız,

Sen bizim yardımcımızsın,

Sen bizim bütün işlerimizin mütevellisisın; artık kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle!"

Çünkü Mevlâya, düşmanlarına karşı savaşan kuluna yardım etmek yaraşır.

Burada kâfirlerden murad, genel olarak bütün kâfirlerdir. Âyetin bu son cümlesi suna işaret eder:

"Bu sûre-i celîle içinde emrolunduğu veçhile, i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın kelâmını yüceltmek, hâkim kılmak) mü'minlerin nihâî talebleridir."

Rivâyete göre:

"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bu dualarla duâ edince, her duanın sonunda Allah bitarafından kendisine "Faa'ltü / Yaptım!" buyuruldu."

Başka bir rivâyete göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Allah bu iki âyeti cennet hazinesinden indirmiştir. Mahlûkat yaratılmazclan iki bin sene önce Allah, onları kendi eliyle yazmıştır. Her kim o iki âyeti yatsıdan sonra okursa, o geceyi ihya etmiş olmak için yeter."

Rivâyete göre yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Her kim Bakara sûresinin o iki âyetini okursa kendisine yeter."

Bu hadîs-i şerif, bu sûreye "Bakara/Inek sûresi" demeyi mekruh görenler aleyhine hüccettir. Bunu savunanlar diyorlar ki:

Bu sûreye, "ineğin anlatıldığı sûre" demek gerekir. Nitekim Peygamber buyuruyor ki:

"- ineğin anlatıldığı sûre, Kur’ân'ın büyük çadırıdır. Bundan dolayı onu öğrenip okumak berekettir; onu terk etmek ise teessüftür ve betâle'nin gücü ona hiçbir zaman yetmeyecektir."

Sordular:

"- Ya Resûlallah betâle nedir? "

Cevap verdiler:

"- Betâle, sihirbazlardır."

Kaynak: HABER MERKEZİ

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Sonraki Haber Yükleniyor...