Halime Gürbüz

Babasını kaybetmiş bir kızı kendi yokluğuyla sınayan herkes kaybeder. (Anonim)

ABD'de yapılan bir araştırma sonucunda; kırık kalbin gerçekten ağrıdığı, insanın canını acıttığı ortaya çıktı. Araştırma sorumlusu Profesör Eisenberger'e göre; "İnsan vücudu, fiziksel acı ve sosyal acı duyarlılığının birbirine bağlı olduğu bir gene sahip. Bu nedenle kalp kırıklığı sadece 'edebi anlamda' değil, fiziksel olarak da bir ağrıya işaret ediyor."

Başımıza gelen tatsız olaylar, kazalar, acılar, iflaslar, kayıplar, mutsuzluklar, ayrılıklar ve daha niceleri… Yaşadığımız şeyler bizi üzebilir ama belki de bunlar çok şanslı olduğumuzun delilidir… İşte başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi denebilecek bir ‘talihlinin’ gülümseten hikâyesi;

Her ülkenin kendine has jest ve mimikleri apayrı bir beden dili var. Kenya'da Masailer selamlaşmayı tükürerek yaparken, Etiyopya'da omuz atılıyor. Enteresan mı? E bizim de bazen yolda tanıdık görünce dibine kadar arabayla sessizce sokulup kornayı köklemek, üzerine araba sürmek "samimi selamlaşma" sayılıyor. Diğer beden dili ipuçları ise şöyle sıralanıyor;

Şükür bir ‘çiçekçiler ve kuyumcular bayramı’nı ay pardon ‘sevgililer günü’nü daha sağ salim atlattık. Tüm hafta sonu yapış yapış çift, kırmızı kalp, ayıcık, gül popülâsyonundan bunalan, dayatılan romantizme tepki duyan, tek taş terörüne maruz kalan, nerede cins bir âdet varsa hemen uyum sağlıyor olmamıza gıcık olanların tepkisi çığ gibiydi. Ancak en çok rahatsız olanlar oğlan anneleriydi…

Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün bir ormana düşmüş. Adam biraz yürüdükten sonra sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış, bir ağacın altına oturmuş. Şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş ve uykuya dalmış… Birkaç saat sonra, adam tuhaf sesler duyarak uyanmış.

Teyze olmak, müjdesini aldığın an itibariyle birini görmeden, dokunmadan sevebiliyor olmaya şaşırmaktır... İlk tekmesiyle bağlanmak, ultrason fotoğraflarına bakıp bakıp 'Ya bana benziyo sahiden!' dedirten sevinç koması yaşamaktır. İlk karşılaşmada minicik suratına, şeffaf tırnaklarına, kokusuna âşık olmaktır... Yüzünde tüm aileyi gördüğün bir bebeğin ellerini, ayaklarını, burnunu öpmeye doyamamak; başkası kucağına alınca kıskanmaktır…

"Kızılderililer aslında Türkmüş" efsanesi gerçek olabilir. Tozlu tarih arşivlerde yer alan bir kaynakta şöyle bir hikâyeden bahsedilir…

Genç çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmıştı.

İkisi de lezzetli ikisi de uyanık kalmak için iyi yöntem. Ama ister dışarıda ister misafirlikte kahve istediğinizde burnunuza "Neskafe" dayanması, "Türk Kahvesi"nin ikinci üçüncü beşinci sıraya atılması sinir bozucu… Buna bir ‘dur!’ diyor, aralarındaki gayet kalın çizgiyi çiziyorum;

İstanbul'a kar yağdı! Bir patırtı, bir hengama ki görmeyin. "Sanki meteor yağıyor, ne İstanbul'muş arkadaş" demeyin. Hor görmeyin garibi, buralara nadiren uğruyor, iki gram yağınca 'kar tatili' oluyor ya hani...

Günlerden bir gün... Kurbağaların yarışı varmış...

Erkek olmak zor zanaat…

Sinirli mi uyanıyorsunuz, evliliğiniz çıkmaza mı girdi, sağlığınız mı bozuldu, tabir edilemeyecek saçmalıkta rüyalar mı görüyorsunuz, patron zam yapmadı mı, hoca size taktı mı? Sebebi, Yorgan Mafyası! Çektiler üzerimizden 'yün yorganları', sürdüler piyasaya sentetik olanları! Sentetik hastalıklar, sentetik ilişkiler, sentetik sıkıntılar sardı her yanımızı...

Bir gün kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenarına oturduğu otlardan birinin dalında küçük bir kozayı fark etti. K

Origami, çekik gözlü naif Japon dostlarımızın kâğıt katlama sanatı olarak bilinir. Lakin işin aslı öyle değildir...

Etrafımızdaki insanların çoğunun en sık ve en haksız şekilde kullandığı bir ifadedir "Angut"...

KOÇ: Yeteneklidir, ip atlarken gazoz içebilir. Hobilerinin başında kremalı bisküviyi ayırıp kremasını yalamak, ambalaj naylonu pıtlatmak gelir. Sevgili Koç, 2016’da Mars ile Satürn arasındaki husumet nedeniyle oldukça karışık günler sizi bekliyor, yılın kalanını düdük makarnası olarak geçirebilirsiniz.

Yine yılbaşı, yine piyango, yine kuyruklar, yine umutlar... Her sene sonunda olduğu gibi bu hafta da yine ve yeniden piyango çekilişinden gayrı bir şey düşünemez oldu millet!.. İnsanların 'gözü dönmüşlükleri' başımızı öyle bir döndürdü ki, elli beş milyon liralık ikramiye sonunda birilerinin eline geçecek, yorgan gidecek kavga bitecek...

1950'li yıllarda kamuoyunda; doktorların araştırmalarına dayanarak "bir mil dört dakikanın altında koşulamaz, bu insan fizyolojisi açısından mümkün değildir" yargısı vardı. Bu görüşler atletizmle uğraşan atletleri ve atletizm otoritelerini etkilemiştir. Atletizm otoriteleri ve atletler bu görüşün etkisinde kalarak bir mili, dört dakikanın altında koşmayı hiç düşünmediler...