M. Necati Özfatura

12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandum AK Partiye güvenoyu asla değildir... Demokrasi, çok partili rejim, insan hakları, hukukun üstünlüğü, yargının tarafsızlığı, ekonomik gelişme çığ gibi her geçen gün artmaktadır.

12 Eylül 2010 tarihinde referandumun "EVET" ile neticelenmesi ekonominin itici gücü olacaktır. Son IMF raporu Türkiye'nin lehine çok sayıda hususları açıklamaktadır. Raporda; Türkiye'nin son 10 yılda ekonomi alanında önemli atılımlar yaptığına işaret edilirken, "Yükselen Avrupa ülkelerinden birçoğunu bu dönemde geride bıraktınız" İfadesi yer almaktadır.

12 Eylül 2010 tarihinde "Referandum" ile oylanacak "Anayasa Değişiklik Paketi"nin aslında Türkiye'nin AB standartlarını yakalamak için çıkarmak zorunda olduğu yasal düzenlemeler olduğu ortaya çıktı. Değişikliklerin aslında Türkiye'nin "AB Katılım Ortaklığı" belgesi ve "İlerleme Raporları"nda yer aldığı açıktır.

Bir asırdan fazla "gerici" diye tanıtılanlar bugün demokrasiyi, insan haklarını, çok partili rejimi, hukukun üstünlüğünü isteyen kişiler olarak "ilerici" olmuşlardır.

Mücadeleler sadece devletler arasında olmamıştır. Aynı ülkede iktidar-halk dikta ve vesayet rejimine karşı da demokrasi mücadelesi olmuştur.

12 Eylül 2010 tarihinde "Anayasa değişiklik paketi"ne evet diyenler, demokrasiye evet demenin ötesinde 73 milyon insanın menfaatine yol açmış olacaklardır. Referandumda hayır diyecek olan CHP, MHP, BDP ve İP niyetleri, görüşleri ve menfaatleri değişik olsa da neticede aynı noktada birleşmektedirler. Demokrasiye hayır vesayete evet diyen partiler kendi menfaatini halkın menfaatinin üstünde tutanlardır.

12 Eylül 2010 günü yapılacak referandumdan "Evet" çıkması 73 milyonluk Türk halkının menfaati gereğidir. Referandumu AK Parti iktidarının gü-venoyu olarak gören CHP ve MHP son derece büyük bir yanılgı içindedir. Varsayalım çıkacak "Hayır" AK Parti iktidarına değil 73 milyonluk Türk halkının yüzüne bir şamar özelliği taşıyacaktır.

İnşallah 12 Eylül 2010'da yapılacak referandumda Anayasa değişiklik paketi "evet" ile kabul edilir. Böylelikle halk ile devlet arasında bütünleşmenin ilk adımı atılmış olur. Ve aralanan bu kapı ile yeni adımlar atılır. Tanzimattan bu yana gerek Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde ülke vesayet rejiminden bir türlü kurtulamadı...

12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda "Anayasa değişiklik paketi"ne evet diyenler demokrasiyi, hayır diyenler ise vesayet rejimini tercih edenler olarak tarihe geçeceklerdir.

1970- 2003 yıllarındaki ekonomi ile son 7 yıllık ekonomi arasında dağlar kadar fark vardır.

Türkiye'de mücadele gerçek demokrasiyi isteyenlerle vesayet rejimi mensubları arasında yaşanmaktadır.

Dünyada 1929 ekonomik bunalımından beri en ciddi mali kriz yaşınırken, Türkiye ekonomik gelişme ortamı içinde yol almaktadır. Ancak bazı iç ve dış şer güçler, siyasi ve ekonomik istikrarı felce uğratmak için terörü kullanmaktadırlar. Oyuna gelmeyin. Ülkeye sahip olun. Muhalefetin iktidar hırsı ile ekonomiyi kötüleyen sözlerini akıl süzgecinden geçirin.

Son günlerde azgınlaşan terörün hedefi ilk safhada olağanüstü hâl, bilahare sıkıyönetimin getirilmesidir. Daha sonraki hedefte askerî darbe ile Türkiye'nin ekonomik ve demokrasi alanındaki gelişmesini engellemek; son olarak ülkeyi bölerek Türkiye'nin 2023'te dünyanın en büyük 10 ekonomik gücü arasında yer almasını önlemeye matuftur. Allahü teala ülkeyi iç ve dış şer güçlerin şerrinden muhafaza etsin.

Gaybı sadece Allahü teala bilir. Batı'da "Fütüroloji" ilmi gelişmiştir. Bu ilim ise geleceğin hesaplanmasıdır. Çeşitli istatistik ve ilmi kıstaslara göre ülkelerin ve kurumların geleceği tahmin edilebilir... Yapılan değerlendirmelere göre Batı giderek küçülmekte; Türkiye'nin ise yükselişte olduğu ifade edilmektedir. Son günlerdeki terör olaylarıyla varılmak istenen nokta Türkiye'yi kaosa sürüklemek, ekonomik ve demokratik gelişmesini önlemektir.

Son günlerde terör odakları âdeta azmışlardır. Terörün arkasında ona destek veren dış ve iç şer odaklarının hedefi;

Merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırma Enstitüsünün raporuna göre 1960'tan bu yana nükleer silah üreten İsrail'in elinde 300 nükleer başlık bulunmaktadır. Böylece İsrail dünyanın 6. nükleer gücüdür. Henüz nükleer silahı olmayan İran'a yaptırım için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi karar alırken İsrail'in 1960'tan bu yana nükleer gücü görmezlikten gelinmiştir. Dahası uluslararası denetim dışındadır. Bunun adı çifte standarttır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2 hayır (Brezilya, Türkiye) oyuna karşın 11 evet oyuyla kabul ettiği İran'a yaptırım kararı son derece haksızdır. Oylamada Lübnan çekimser kalmıştır. Alınan karar neticesi İran ile müzakere yolu tıkanmıştır. Şiddet ve baskı ile mesele asla çözülemez. Meseleler diyalog ile çözülür. Kaldı ki İsrail'de 300 nükleer başlık vardır ve dünyanın 6. nükleer gücüdür. Bunları karadan, havadan, deniz üstü ve deniz altından atacak imkâna sahiptir. Peki o zaman İsrail'e neden imtiyazlı durum sağlanıyor? Çünkü Birleşmiş Milletler Teşkilatı emperyalist güçlerin bir kurumudur. Dünyada barış ve huzuru bozan bir siyasi çıbandır!..

Birleşmiş Milletlerin, zalim ve korsan devlet İsrail'e karşı sessiz kalırken İran'a karşı tavır alması son derce hatalıdır. İran'a yapılan "çifte standart"tır. Dahası barış yerine savaşa ortam hazırlar. "Küresel güç" dengesi Atlantik merkezli ABD ve AB'den doğuya hızla yayılmaktadır. İsrail sömürge ve uydusu olan ABD'nin desteği ile İran'a saldırı hazırlığındadır.

İsrail'in uluslararası sularda Mavi Marmara gemisine saldırısı dünyayı ayağa kaldırdı. Kendilerini hiçbir ateşli silahla ve kesici aletlerle savunmayan sivil insanları öldürmesi ve birçoğunu da yaralaması İsrail gerçeğini dünyaya göstermiştir.

Türkiye'de önemli gelişmeler olmaktadır. Ülkenin meselelerini halk sahiplenmektedir. Yarım asır sonra da olsa 27 Mayıs 1960 darbesinin tahlil, tenkit ve kınamaları vesayet rejiminin çökmekte olduğunun işaretidir.