“Kirasını ödeyemeyen birçok emekli var”

A -
A +

Sayın Feridun Ağabey, öncelikle bu sütunlarda halkın dertlerini dile getirdiğiniz için çok teşekkürler gönderiyorum. Ben 40 senedir Türkiye gazetesi abonesiyim. Bu gazetenin halkın düşünce, duygu, dert ve sorunlarına ilgi duyması beni gazetenin tiryakisi yapan önemli etkendir.

 

17 Temmuz 2024 Çarşamba günü sütununuzda yayınlanan "Kiradaki emeklileri de unutmayalım" başlıklı yazınız çok ilgi çekici. Çok önemli bir konuya değinilmiş. Emeklilerimizin durumu içler acısı. Lütfen bu yazıyı tekrar yayınlayalım. Belki siyasilerimiz de okur da gerekli tedbirleri alır. Mesela aylık kira geliri olanlar isteğe bağlı emekli maaşlarını emeklilerin kira giderlerinde kullanabilirler. Bizler vatandaş olarak biraz duyarlı olmalıyız. Kirasını ödeyemeyen birçok emekli var. Yoksullukla boğuşan emeklilerimizi göz ardı etmeyelim. Yazıda değinildiği gibi zengin emeklilerimiz emekli maaşlarını emekliler derneklerine bağışlayarak katkı yapabilirler. Emekli STK kuruluşları da bu paraları ihtiyacı olan emeklilere kira yardımı olarak öder. 16 milyon emeklinin en az yarısının zengin emekliler olduğunu düşünüyoruz. TÜİK bu konuda bir anket yaparak bu dengeyi sağlayabilir. Fakir emeklilerin sayısı tespit edilebilirse devletimiz de gerekeni yapar.

 

Banka, özel sektör ve siyasi emeklileri birçok kurumdan çifte emekli maaşı almaktalar. Bu durum da toplumdaki dengeyi, adil bölüşümü bozmaktadır.  Dört yıl milletvekili olup bir dahaki seçime seçilmezseniz bile emeklilik cepte. Devletin malı deniz, zihniyeti terk edilmelidir. İslami değerlere önem veren bir yönetim anlayışı devletin gelirlerini de adil paylaştırmalıdır. Aynı kurumdan emekli maaşı alanların çifte maaşları engellenebiliyorsa farklı kurumlardan emekli maaşı alan zengin emeklilerimiz de ikinci maaşlarından vazgeçebilmeli veya emekli derneklerine bağış yapabilmelidir. Bu konu burada yazılabilecek kısa makalelere sığdırılamaz. Vaktinizi almak istemiyorum. Ben bir STK Başkanı olarak konuya değindim. Vatanını ve milletini seven bir ilgili veya kendilerini sorumlu hisseden birileri çıkar da konuya değinirse adil bir çözüm bulunur. 16 milyon emeklinin yükünü bu devlet taşıyamaz. Bazı tedbirler alınarak hem devletimiz ve hem de fakir emeklilerimiz biraz rahatlar. Saygılarımla...

 

     Mahmut Yanık

 

 

 

 

 

Cuma namazının kılınması gereken zuhr-i ahiri ve vaktin son sünneti

 

 

 

“Efendim son zamanlarda maalesef bazı işgüzar müftülerimiz yapacak işleri kalmadığı için biz Müslümanların asırlardır kıldığımız ve İslam ulemasının da kılınması gerektiğine fetvaları olduğu zuhr-i ahir namazını kıldırmamaya çalışıyorlar... Bu konu biz Ehl-i sünnet Müslümanları son derece üzüyor efendim. Bayramda memleketime gittim ve cuma günü olması hasebi ile köyümdeki camimize gittim. İmam Efendi cuma namazının son sünnetini kılınca müezzin efendi tesbihat dualarına geçti. Yani cumanın kılınması gereken zuhr-i ahir ve vaktin son sünnetini kılmadan cemaati dağıttı.

 

Namazdan sonra görevli imam efendiye niçin namazı yarım bıraktığını sorduğumda bana Ürgüp Müftülüğünden gelen emir ile zuhr-i ahir namazını ve vaktin son sünnetini kılmaya gerek olmadığını söyledi. Ben de imam efendiye asırlardan beri İslam ulemasının kılınması gerektiğine fetva verdikleri zuhr-i ahir namazını ve vaktin son sünnetini terk ettirmek müftülerin yetkisinde mi bu namazların terkinden dolayı bu vebalden nasıl kurtulacaksınız, dedim. Bunun üzerine imam efendi bize gelen emir böyle herhangi bir itirazınız varsa Müftülüğe gidebilirsiniz dedi...

 

Efendim cümle İslam âleminin bunca sıkıntıları varken gençlerimizin ve ailelerimizin ve çocuklarımızın bunca sıkıntılarla mücadele ve çaba göstermesi gereken hocalarımız maalesef bu konulara hiç kafa yormadan Müslümanların kıldıkları ve kılınması gerekli olan bir namazı kaldırıyor. Ben bir Müslüman olarak bu tür ibadetlerin kaldırılmasının iyi niyetle yapılmadığını düşünmek istemiyorum. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığınca ilgili müftülükle iletişime geçip böyle bir inisiyatif kullanmaması konusunda gerekli uyarının yapılmasını arz ediyorum. Saygılarımla...

 

     Ali Osman Aktaş

 

 

 

 

 

Kur'ân kursu öğreticisi mi öğretmeni mi?

 

 

 

Ülkemizde, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak kadrolu çalışanlara "öğretmen" denilmektedir. Aynı misyonu taşıyan, öğreten ve eğiten Diyanet İşleri Başkanlığı kadrosunda çalışan özde öğretmen sözde "öğretici" sıfatlı olanlara "öğretmen" denilmemektedir. İlahiyat fakültelerinden mezun olsalar da MEB bünyesinde din eğitimi veren "öğretmen" DİB kadrosunda çalışan "öğretici" ünvanı almaktadır. Ancak nedense sadece ve sadece Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı kurumlarda çalışanlara "öğretmen" denilmiştir. Öyle de kabul görmektedir.

 

24 Kasım Öğretmenler Gününde de sadece ve sadece Millî Eğitim çalışanları "öğretmen" sayılmaktadır. O gün sadece Millî Eğitim memurları "öğretmen" sayılıp, hatırlanmaktadır.

 

İndirimler, ödüller, mesajlar, hediyeler, ziyafetler, şenlikler, kabuller vs. ne varsa MEB'in memurları için yapılır. Ne var ki, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde de yüzlerce öğretmen vardır. Bu çalışanların ünvanları KKÖ, açılımda: "Kuran Kursu Öğreticisi..."

 

Bunlar "öğretmen" ünvanından mahrum oldukları için 24 Kasım günü kutlanan Öğretmenler Günü etkinliklerinden faydalanamazlar. O gün yok sayılırlar. Varlıkları kabul görmez.

 

Sadece o gün mü? Hayır, sosyal hayatın hak ve hukuk neyi varsa tümünden "yok" sayılırlar.

 

Bunlara "KKÖ" derler. Kocaman ayıptır. Çalıştıkları kurumun bile ne sebepse "öğretmen" demeye dili varmaz. "Öğretici" deyip işin içinden çıkarlar. Kurum kendisi sahip çıkmazsa başkası ne desin. Kur'ân kursu öğretmenlerine "KKÖ" demek yanlış olduğu gibi "Din Dersi Öğretmeni" dememek de yanlıştır. Millî Eğitim Bakanlığı'nda çalışınca öğretmen, Diyanet İşleri Başkanlığı'nda çalışınca öğretici sayılması da kocaman bir ayıptır ayrımcılıktır.

 

     Erol Kara

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.