Destancılar orta Anadolu şivesi ile konuşan yanık sesli amcalardı... Bükük boyunluydular, eziklerdi, kavruklardı. Omuzlarında bir heybeleri vardı. Dosya kağıdı ebadındaki destanları çıkarır beheri 25 kuruştan satarlardı. Destanlar saman kağıda basılırdı, yazıları silik soluktu, maliyeti bir kuruşu bulmazdı. Günlük gazete ile aynı paraya geldiğini biz de bilirdik ama maksat yardım olsundu, bir nevi destekleme alımıydı... Destanlar güya yaşanmış hikâyelerden derlenir toparlanırlardı. Müellif kanlı kasvetli bir mevzu bulur, içinizi karartırdı. Bizim hadiseye yabancı olabileceğimizden hareketle parantezler açar, saplamalar yapardı. Destancılar çarşı pazar dolanır, ağlamaklı bir sesle beyit atar, alâka toplamaya çalışırlardı. Onlar "oooy oyy" dedikçe, muhatapları "vah vah"lanırlardı Gavur eline gittim, çol çocuğu bıraktım. Oğlum kızım büyüdü, ben onlara ıraktım Hanım ağlar, anam ağlar, içim kan ağlar. Gurbet acı, hasret büyük, değer mi dostlar? Destancılar "düştü, öldü, gömüldü" şeklinde hulasa edilebilecek üç kelimelik vakayı bin mısra ile anlatır, uzatır da uzatırlardı. "Uydur uydur ipe diz" babından bir üslup tutturur, dinletmeyi başarırlardı. Hani pehlivan tefrikasnda bir künde üç haftada atılır ya? O hesap. Hatırlarsınız muallimler sayfalar dolusu döktüren işgüzar talebelere "ne bu ya, destan gibi" der, azarlarlardı. Gideyim göreyim derim patron salmaz. Vardiya döner durur, izin çıkmaz Markın gözü aka, lira neme yetmez Gurbet acı, hasret büyük, değer mi dostlar? AYAKLI GAZETE Hadise umumiyetle birinci tekil şahsın ağzından kaleme alınırdı. "Niçin" ve "nasıl" bahsinde teferruata girer, mufassal malumat sunarlardı. Gelgelelim "kim, ne, nerede, vattaym" kısmı gargaraya getirilir, kenardan dolaşılırdı. Ben destanın neşelisini duymadım, burada hüzün esastı. Destancı, "kendine mâlum" bir makamdan asılır, unuttuğu satırları mayıl muyul eder, teganni arasında kaynatırdı. Kem gözlüler nazar etti yıkıldı yuvam Dom dom kurşunu değdi, nur yüzlü anam Bacım da zatülcenp olmuş, kırıldı fidan Gurbet acı, hasret büyük, değer mi dostlar? Hadisenin vuku bulup bulmaması umurumuzda bile değildi. Öyle ya azıcık ağlayıp rahatlasak, kime ne zararı vardı? Yaşlı kadınlar defaatle okutup dinler, satır atlayan torunlarına "ekspres gitme len" diye ikazda bulunurlardı. ACILI, ACIKLI Destancı sesini hadisenin seyrine uydurur, kâh dizini döver, kâh saçını yolardı. Gerilimi yükseltir yükseltir ve birden bire susardı. Susar dediysek pat diye değil tabii. Yoluynan yordamıynan. Önce nefesi titrer, dudakları devrilir, elinin tersi ile gözünün yaşını saklar: "Dayanılası değil dostlar, burayı okuyamıycam!" Bizim millet meraklı, akıbeti öğrenemese çatlar. Pamuk eller cebe. Satışlar tavan yapar. Bakın işi biten destan öyle savrulup atılmazdı. İtina ile katlanır, cüzdanlarda saklanırdı... Destancı mahalleye iki hafta sonra yine gelecek bu defa başka bir hikaye tutturacaktı. Misal; başlık parası yüzünden sevdiği gence kavuşamayan çileli Çiğdem'in ağzından ağıtlar yakacak, zengin diye sarhoşa, meyhura, verilen fukaranın duyulası çığlığına tercüman olacaktı. 42 yerinden bıçaklanan Simitçi Seyfi'yi de işin içine katacak, satır aralarına "sosyal içerikli" mesajlar sıkıştıracaktı. Kağıdın kalitesi, ebadı, hatta harf karakteri aynı kalsa da mürekkebin rengi her sayı değişirdi. Mesela bu baskı kırmızı olmalıydı... Kan kokmalıydı! Biz destancıları çulsuz sanırdık ama şimdi hesaplıyorum da... Günde 400 destan satsa (ki havada karada satar) temiz 100 lira. Ayı yılı hesaplayın artık, Taşlıtarlarda ev dükkan, Beşyüzevler'de arsa alabilirdi pekala... Destancılar zamanla teknolojiyi yakaladı. Alamancılara makaralı teyp (tabii ki Grundıg) ısmarlandı. Şiiri hamamda okuyup (eko iç titretirdi zira) aldılar banda. Teknolojinin gozünü seviym, bas düğmeye sar başa... Eskiden katilli maktüllü hadiseler nadiren yaşanırdı, şu sükunete bakın Türkiye 1958'den 960'a kadar iki koca yıl "Salacak Canavarı" ile oyalandı. Şimdi piyasa malzeme kaynıyor. Cinayet, ihanet, terör, tecavüz, yağma, gırla... Mevzu çok da... Destancı kalmadı ortada. Belki de kılık değiştirip, imaj yaptılar. "O şimdi muhabir!" Tafsilat üçüncü sayfada.