Efendim aile, cemiyetin en küçük cüzü olup, anne baba ve çocuklardan meydana gelen nokta nokta...
Doğru ama eksik bir tarif. Ne biliym bence "birlikte kahvaltı eden fertler" cümlesi de ilave edilmeliydi ardına...
"Sabah çay çörek kokusuna uyanan, gülüş çığrış sofraya oturan..."
Denilse ne güzel olurdu ama?
Bazlamadır gözlemedir... Sucuk, pastırma, yumurta. Olmadı yarım ekmek, az peynir, accıkhelva... Rızkında ne varsa...
Tülbentli nineler, hamarat analar, mahmur çocuklar. Sizi bilmem ama aile dendi mi aynı kaba uzanan eller geliyor aklıma.
Halbuki...
Sabah serviste bakıyorum beylerin elinde birer poşet. Simit, açma, poğaça...
Çoğu onu da yetiştiremiyor, biçarelerin açlıktan nefesi kokuyor. "Ne o yengem sana bakmıyor mu" cümlesine muhatap olmaktan bizar düşmüşler. "Yok ben kahvaltıdan hoşlanmıyorum da..."
Bu yalana bir tek hanımı inanıyor. Ve gereğini yapıyor, beyinin evden çıktığı saatlerde yatağa gömülüyor. Öğlenlere kadar güzellik uykusu, karışan görüşen yok nasıl olsa...
Eee gece boyu ekrana kilitlenirsen olacağı bu... Sabaha karşı dalan biri nasıl kalksın dimi ama?
Neyse, adamcağız gelip masasına oturuyor. Servisin hanım kızları "abi sen seversin" deyip elceğizleri ile yaptıkları börekleri çörekleri sunuyor. Biri çay yetiştiriyor, öbürü limon kesiyor, düşünün şekeriniz bile karıştırılıyor.
Evdekinden daha cevval vedaha müşfikler. Şeytanın işi yok, kötü kötü şeyler getirecek aklına.
Peki şefine amirine köle sadakatiyle hizmet eden taife-i nisa evlenip barklanınca kocasının da peşi sıra dolanır mı acaba?
O iş ayrı, bu iş ayrı...
Acizane kanaatim dolanmayacakları doğrultusunda!
Sabahları kahvaltı etmeden çıkanlara akıl satanlar olur, "boşveeer, aldırma. Sen de işten çıkınca kebapçıya git, dürüm lahmacun söyle, dayan gitsin soğana. Hanımın sorarsa "napiym" de, "içim kıyılıyor, dayanamıyorum da..."
Kanaatimce muvafık değil. "Bazı silahlar geri teper, sonra iş açar başına"
Amaaan kardeşim bize ne, bırakalım yeni nesli, dönelim çocukluğumuza.
Eskiden horoz ve müezzin sesleri ile kalkardık, taa sabahın ayazında. Gece vakitli yattığınız için uykuyu almış olursunuz, gözleriniz çakmak çakmak parlar. Oysa gün ağarmamıştır, alacakaranlıktır daha...
İbrikler tıngırdar, takunyalar takırdar. Bahçe kapısı gıcırtıyla aralanır, erkekler camiye koşar. Anneler için değerlendirilmesi gereken üç çeyrek vardır anca. Zira adamlar "levenzelna..." yı dinlediler mi eve döner, otururlar sofraya.
Evin hanımı onları çıtır çıtır yanan bir soba, dem tutmuş bir çaydanlıkla karşılar. Sofra bezi yayılmış, üç beş şilte atılmıştır etrafına. Kahvaltı ciddi iştir, tel dolabında ne varsa çıkar ortaya. Hakk Teâlâ da bereketini verir, sini şölene döner bir anda. Tahin pekmez, menemen, tarhana...
Mektepliler haniden kalkmış ellerini yüzlerini yuğmuşturlar, oğlanlar yurttaşlık bilgisi dersinden aldıkları âlâ notu, ya da aşşa mahalleye attıkları golü kahvaltıda anlatırlar babalarına. Hanım kızın aklı vitrinde kalmıştır, ah o kırmızı kurdelalı kundura... Hoş mektepsizlerde durmaz, ağızlarında emzik tay tay gelir, kucağınıza otururlar. Sobanın sıcağı yanaklarını pembeleştirmiştir, enselerinde hafif bir ter, saçlar ıslak ıslak. Çekip gıdığından öpesin gelir. Ohh mis. Bu koku var ya, benim diyen parfümlerde bulunmaz. Çay kaşığı ile yiyebileceği şeylerden seçip koyarsın ufaklığın ağzına, amanın bir neşe, bir neşe... Kıkırdayıverir maskara!
Diyelim dışarıda kahvaltıya çağırmışlar, keten örtüler, porselen takımlar, papyonlu garsonlar... Geç abi bi kalem. Manzara lebi derya olsa neye yarar?
Çol çocuk bir arada olamadıktan sonra!